27 Temmuz 2017 Perşembe

Nereden nereye?!

Nereden nereye?!

“Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır.”
İsmet İnönü
...
DURUM
Vesayet'te son nokta:
Bir zamanlar YAŞ merak edilirdi; şimdi Diyanet'in baş'ına kim'in geçeceği?!
Nereden nereye?!
Nokta.
...
24
...
Arşiv'den KİTAP Özeti
Kitabın adı: Açık ve Gizli Oturumlarda LOZAN Tartışmaları
TBMM'de Lozan Müzakereleri Tutanakları
Yazarlar: Taha Akyol / Sefa Kaplan
DK
1. baskı: Ekim 2013
44 TL
842 sayfa
(...)
ARKA KAPAK:
Lozan müzakerelerinin tutanakları
Elinizdeki kitap, Kasım 1922’den Ağustos 1923’e kadar Lozan müzakereleri ve antlaşması üzerine TBMM’de yapılan açık ve gizli görüşmelerin, yapılan oylamaların ve çıkarılan kanunların tam metnini içeriyor.
TBMM’nin özellikle gizli oturumlarında muhalefetin Lozan’a yönelttiği eleştirileri, İsmet Paşa’nın, Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey’in ve Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın cevaplarını, yapılan oylamaları, kabul ve red oyu verenlerin listesini bu kitapta okuyacaksınız.
Tutanaklarda görülecektir ki, sadece Misak-ı Milli sınırları ve kapitülasyonlar değil, Musul ve Kürt meseleleri ile laiklik konusu da Lozan sürecinde Meclis’te çok tartışılmıştır.
Taha Akyol, kitaba yazdığı önsözde “Zafer mi hezimet mi?” tartışmalarını ele aldı, ulus-devlet ve laiklik kavramlarıyla Lozan’ın ilişkisini analiz etti. Sefa Kaplan tutanakların dilini sadeleştirerek yayına hazırladı.
Lozan Antlaşması’nın 90. yıldönümünde, Meclis tutanaklarını okumak bugünkü birçok siyasi tartışmayı anlamlandırmak açısından da okurlara değerli bir kaynak teşkil edecektir.
http://www.dogankitap.com.tr/kitap/A%C3%A7%C4%B1k+ve+Gizli+Oturumlarda+Lozan+Tart%C4%B1%C5%9Fmalar%C4%B1-1778
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25815797.asp
(...)
Sayfa i:
Lozan'ı bilmek, anlamak...
Taha Akyol
Lozan müzakereleri 20 Kasım 1922'de başladı, 4 Şubat 1923'te tıkanarak kesintiye uğradı. 23 Nisan 1923'te müzakereler tekrar başladıktan sonra ancak 24 Temmuz'da imzalar atıldı; toplam yaklaşık altı aylık bir müzakere süreci! Bu süreçte üç defa savaşın eşiğine gelindi, Türkiye'de orduya hazır ol emir'i verildi. İngiltere Malta'daki donanmasını İstanbul'a gitmek üzere yola çıkardı, Fransız donanması kesinti döneminde İzmir limanından ayrılmayı reddetti.
(...)
Sayfa i:
Nitekim gayrimüslümler çokuluslu Osmanlı'daki gibi "anasır-ı gayrimüslüme" değil, artık "azınlık" olacaktı. Nüfus mübadelesiyle de Anadolu'da Türk ve Müslüman nüfus oranı daha da artacak, Hıristiyan oranı azalacaktı. Hukuk düzeni de Lozan'da yine ulus - devlet yönünde değişti; dini cemaatlere ve kapitüler imtiyazlara göre parçalı hukuk sistemlerinin bulunduğu "çok hukuklu" bir düzenden vatandaşlık esasına dayalı hukuk birliğine geçildi. Üniter devletin zeminidir bunlar. Anlında Tanzimat'la başlayan "vatandaş" temelli hukuki birlik ilkesine yönelişin "en yüksek aşaması"nın Lozan olduğunu söyleyebiliriz.
(...)
Sayfa ii:
Laiklik kelimesi de ilk defa Lozan'da resmen telaffuz edildi. Türkiye'de din anlamında değil, vatandaşlık esasına dayalı bir düzenin kurulacağı, "laiklik" diye adı konularak Lozan'da kayda geçti.
(...)
Sayfa ii:
Bundan başka, Lozan Antlaşması'nın Meclis'te onaylanmasından hemen iki ay sonra Cumhuriyet'in ilanı, altı ay sonra hilafetin kaldırılması ve İstiklal Mahkemeleri kullanılarak gittikçe radikalleşen ve otoriterleşen bir Tek Parti rejiminin kurulması da Lozan'da bakışı etkilemiş, birçok kimse tarafından Lozan ve Tek Parti rejimi bir bütün gibi algılanmış, tartışmalar büsbütün keskinleşmiştir.
(...)
Sayfa iv:
Umutmayalim ki, İzmir'de "düşmanı denize döken" milli ordu, Çanakkale ve İstanbul'u işgal altında tutmaya devam eden  Müttefik kuvvetlerin üzerine yürüyememiş, Çanakkale ve İzmit sınırında savaşın eşiğine kadar gelip orada durmuştu. Durması da doğru bir karardı. Orada durmak konusunda sadece Mustafa Kemal ve İsmet değil, Fevzi ve Karabekir paşalar da aynı görüşteydi. Trakya, Çanakkale ve İstanbul "Lozan masasında", diplomasiyle kurtarılacaktı.
(...)
Sayfa v:
Kaldı ki İngiltere, hem stratejik hem ekonomik bakımından Musul'u hayati derecede önemli görüyordu. Stratejik olarak Basra Körfezi'ne hakimiyet, ekonomik olarak petrol.
(...)
Sayfa v:
Fakat madalyonun öbür yüzü de vardır. İngiltere elbette güçlü bir sanayileşmiş devlettir fakat Cihan Harbi'nden yeni çıkmıştır ve harbi kolay kolay göze alabilecek durumda değildir. Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'in 5 ve 6 Mart 1923 günlerinde gizli celsede yaptığı eleştiriler önemlidir. Dış politikayı ve İngiltere'deki gelişmeleri çok iyi takip eden Ali Şükrü Bey, İngiltere'nin iktisadi sıkıntı içinde olduğunu, Musul için Savunma Bakanlığı'nın ödenek ayıramadığını, Sömürgeler Bakanlığı'ndan ödenek kaydırdıklarını anlattı. İngiltere'deki savaş karşıtı hareketlerin Londra hükümeti üzerinde nasıl baskı oluşturduğunu izah etti, 27 Mart'ta siyasi bir cinayete kurban giden Ali Şükrü Bey'in eleştirileri gerçekten önemlidir.
(...)
Sayfa vi:
Osmanlı'nın ihtişam devirlerine bakarak "Lozan'da bir imparatorluk kaybettik" demenin hiçbir ciddiyeti olamaz. Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşı'na girerken sahip olduğu sınırlarla, Lozan sınırlarını mukayese ederek "Lozan'da imparatorluk kaybettik" demek de yanlıştır. Çünkü arada Birinci Dünya Savaşı'ndaki mağlubiyetimiz vardır. Arada Sevr felaketi vardır. Arada Çanakkale'nin, İstanbul'un, İzmir'in, Bursa'nın, Eskişehir'in, Antep, Urfa ve Maraş'ın işgali vardır. Buralar Milli Mücadele'de kurtarıldı, Lozan'da tescil edildi. Lozan'da Lord Curzon, sık sık İsmet Paşa, "Birinci Dünya Harbi'nde Müttefikler karşısında mağlup oldunuz, sonra sadece Yunan Ordusu'nu yendiniz" diye seslendi. Hatta Müttefikler Lozan'da, Mondros Mütarekesi'ne ve Sevr Antlaşması'na referanslar bile yaptılar; bunlar yürürlükteymiş gibi... İsmet Paşa ve arkadaşları ise Milli Mücadele zaferini ve Müttefiklerle imzalanan Mudanya Mütarekesi'ni hatırlattılar; bunun geçerli olduğunu söylediler. Türkiye bir imparatorluk kaybetti fakat Lozan'da değil, 1922 - 1919 arasında Balkan ve Birinci Dünya Savaşları'nda... Kurtarılabilen vatan toprakları Milli Mücadele sayesindedir ve Lozan'da tescil edilmiştir. Onun için Lozan'a "İmparatorluk kaybettik" diye bakmanın realiteyle de mantıkla da ilgisi yoktur.
(...)
Sayfa vii:
Diğer taraftan Lozan'ı Sevr'le mukayese ederek objektif bir değerlendirme yapmak da mümkün değildir. Çünkü Sevr hazin bir mağlubiyetin anlaşma taslağıdır, başkenti, toprakları işgal edilmiş bir ülkeye dayatılmıştır. (Taslak diyorum çünkü Sevr delegeler ve hükümet tarafından imzalanmış fakat Padişah Vahideddin tarafından imzalanmamış, Mebusan Meclisi tarafından da onaylanmamıştır, hukuken "yok"tur.)
(...)
Sayfa viii:
Sadece şunu belirteyim: Lozan, eleştirilecek yönleri bulunan başarılı bir diplomasidir. Kapitülasyonlar, devlet borçları ve imtiyazlar konusunda Lozan'da alınan neticeye kim başarısız diyebilir?! Fakat Musul gibi önemli bir sınır tavizi verilmiştir. Meis için çok diretilmemiştir... Adli kapitülülasyonlar kaldırılmış, büyük ticari merkezlerde Türk mahkemelerinde yabancı yargıçlar bulundurulması reddedilmiş, Türkiye'nin "egemenliğini tümüyle kullanarak, hiçbir yabancı müdahalesi olmazsızın" yargı erkine sahip olduğu kabul edilmiştir. Fakat karşılığında, az sayıda Avrupalı hukuk danışmanının, hiçbir yargısal yetkileri olmaksızın, Adalet Bakanlığı'nda en çok beş yıl süreyle "memur danışman" olarak çalışması tavizi verilmiştir.
(...)
Sayfa ix:
Lozan'da laiklikten bahsedilmesinin sebebi vardır: Kapitülasyonlar ve azınlıklar konusuyla ilgilidir. Kapitülasyonlar kaldırılınca yerine nasıl bir hukuk düzeni kurulacaktır? Azınlıklarla ilgili sorun, kişilik ve aile hukukları alanında Patrikhane yargı yetkisine sahip olacak mıdır; olmayacak mıdır?
Patrikhane'yi yurt dışına çıkarmak için uğraşan Türk delegasyonu bu mümkün olmayınca Patrikhane'yi "devlet içinde devlet" haline getiren siyasi ve yargısal yetkilerin kaldırılmasını istedi, işte laiklik bu bağlamda gündeme geldi.
(...)
Sayfa ix:
Lozan'da ifade edilen laiklik, hukukla ilgilidir.
(...)
Sayfa xi:
Taha Akyol
30 Eylül  2013
(...)
Sayfa xix:
Yayına hazırlarken
Dikkat çeken bir başka mesele de, sert tartışmaların yaşandığı oturumlardaki üsluptu. Görüleceği gibi, bugünün Meclis'i ile kıyaslandığında, doksan yıl önce yapılan bütün o tartışmaların edebi bir lezzet taşıdığı bile söylenebilir. Bu da, doksan yılda demokrasi ve üslup terbiyesinde nereden nereye gelindiğini göstermesi açısından birtakım tezlere konu olabilir, kanaatindeyiz.
Sefa Kaplan
(...)
Sayfa 9:
I. Cilt
Lozan Birinci Dönem
Ekim 1922 - Ocak 1923
(...)
Sayfa 66:
MEHMED ŞÜKRÜ BEY: İngiliz fırıldağı, İngiliz fırıldağı.
(...)
Sayfa 149:
SÜLEYMAN NECATİ BEY (Erzurum):  Şimdi İslam'dan sonraki tarihi tetkik edersek, görürüz ki, daima Türk ile Kürt beraber yürümüş ve İslamiyet tarihini beraber yapmışlardır. (Bugün de öyledir sesleri). Ve bugün de Kürt toplumunun kalbine girecek olursanız onların kalplerinde bu milletin tarihinden ve emellerinden başka hiçbir şey ve hiçbir şeyin yeri yoktur. (Alkışlar) Toplum vaziyetine gelince: Kürt toplumu asırlardan beri İslamiyet'ten sonra gelen Türklerle o kadar karışmıştırlar ki, bugün ikiye ayrılan millet yine tek vücuttur. Bugün öyle bir Türk yoktur ki, dayısı, damadı veyahut yeğeni Kürt olmasın. Ve öyle bir Kürt yoktur ki, dayısı, damadı veyahut yeğeni Kürt olmasın. Ve öyle bir Kürt yoktur ki, onun damadı, yeğeni veyahut dayısı Türk olmasın. Benim annem Kürt. Beni annemden nasıl ayırırsınız? Ve annemden nasıl olur da, Avrupalıların birtakım entrikaları ve yeni icat edilmiş olan birtakım efsaneler arkasından gider? Bunun imkanı yoktur.
(...)
Sayfa 154:
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Avrupalılar diyor ki: "Türkiye'de yaşayan azınlıkların en büyüğü, en yoğunu Kürtlerdir." Bendeniz Kürtoğlu Kürt'üm. Bu bakımdan Bir Kürt mebusu olmak sıfatıyla sizi temin ederim ki, Kürtler hiçbir şey istemiyorlar. Yalnız büyük ağabeyleri olan Türklerin saadet ve selametlerini istiyorlar. (Alkışlar) Biz Kürtler vaktiyle Avrupa'nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki, Elcezire cephesinde çarpıştık, (Alkışlar) nasıl ki, Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz (Alkışlar)...
Dolayısıyla tekrar rica ederim ki, Suriye'de o mevhum Suriye'de terk ettiğimiz hudutları kurtarsınlar. Bu memleketin, bu vatanın bir parçası, en mühim parçası olan Kerkük'ü, Süleymaniye'yi, Musul'u unutmasınlar. (Zaten orası bizimdir sesleri) Bu itibarla, bu istirhamımı takdimle sözüme son veriyorum. (Bravo sesleri) (Alkışlar).
(...)
Sayfa 171:
MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Kürtlük meselesi iki kelime de değildir. Çünkü bakınız arz edeyim. Türk kelimesinden "vav" harfini kaldırsak ve kalan "Trk" kelimesinden sondan başa okursanız "Kürt" kelimesi çıkar ve "Kürt" kelimesini sondan başa doğru okursanız "Türk" kelimesi çıkar. Bu bakımdan, Türk demek Kürt demektir, Kürt demek Türk demektir. Çerkez demek Türk demektir. Laz demek Türk demektir. Bizde ayrılık yoktur. Ekalliyetler hususunda daimi bize karşı sürmek istedikleri kelimeyi suretle (Din birleştiriyor sesleri), kesin bir şekilde reddetmek lazım gelir. O da şu ki: Bizde ekalliyet deyince dini ekalliyet anlarız. Bizde ekalliyet ancak dini ekalliyettir. Bu dini ekalliyetler hakkında şimdiye kadar bize pek çok söz söylediler, pek çok fenalık yapmak istediler.
(...)
Sayfa 235:
FAİK BEY (Cebelibereket): Lanetullahu aleyhi laneten vası'a... (İngiliz Başbakanı L. George için söylenmiştir. "Allah'ın laneti üzerine olsun, büyük laneti..." manasında.)
(...)
Sayfa 261:
RAUF BEY (Sivas): Irak, Suriye, Filistin bu cümleden misal olarak gösterilir. Efendiler, o arazi üzerinde asırlarca hükümet eden Türk memurları, hiçbir vakit vergi toplamak için tayyarelere bomba kullanmak mecburiyetinde kalmamışlardır. (Bravo sesleri) (İngiliz medeniyeti sesleri)
(...)
Sayfa 235:
HAMDİ BEY (Genç): Türk ve Kürt'ün ayrı gayrısı yoktur.
(...)
Sayfa 235:
DR. ABİDİN BEY (Lazistan): (Alkışlar arasında kürsüye gelerek) Muhterem arkadaşlar! Bendeniz bir gazeteci gibi söylemeyeceğim, çünkü gazeteye geçmeye meraklı değilim. Yalnız ben, bu medeniyet cihanı denilen o sahte heriflere diyeceğim ki, eski çamlar bardak olmuştur. (Gülüşmeler)
(...)
Sayfa 315:
"Kürtler cahildir" diyen Lord Curzon'a sert tepki
(...)
Sayfa 335:
Kürt aşiretlerden Lord Curzon'a protesto telgrafı
(...)
Sayfa 347:
Süryani Cemaati metropolitinden destek telgrafı
(...)
Sayfa 395:
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Efendim arkadaşlarımız İhsan Bey'in söylediği sözlerden mülhem olarak bir şey arz etmek isterim. Eğer söz konusu ettiği noktaları yani ordumuzun kuvveti hangi kuvvetlerle karşılaşacaktır? Harp olursa safahatı ne olur? Çok rica ederim, bunları burada sözkonusu ettirmeyiniz.
(...)
Sayfa 425:
RIZA NUR BEY (Sinop): Tabi biz orada Türkçe konuşmuyoruz, Fransızca konuşuyoruz. Fransızca için bir tabir vardır, "Laik" derler. Bunu biz de onlara müteaddit defalar söylemişiz ve söylerler. Bunu tercüme ederken böyle "ladini diye" yazmışlar, halbuki bunun manası böyle değildir. Bu olsa olsa nasuti "dünyevi, seküler" yani lahuti mukabili, nasuti demektir. Halk ait bu hiçbir vakit dinsizlik demek değildir. Bu hiç ağzımdan  çıkmamış, bu yanlış tercüme edilmiş bundan; böyle bir kelime ağzımızdan çıkmamıştır. Binaenaleyh doğru tercüme değildir.
(...)
Sayfa 448:
Lozan'da Osmanlı genel borçları tartışması
(...)
Sayfa 472:
Vav, mim: Osmanlı alfabesindeki iki harf. Bugünkü dildeki "noktasına virgülüne..." anlamında kullanılmaktadır.
(...)
Sayfa 501:
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): 159 milyon borç, altın mıdır nakdi evrak mıdır?
HASAN BEY (Trabzon):Hepsi çil çil altın.
(...)
Sayfa 509:
İSMET PAŞA (Hariciye Vekili) (Edirne): Yalnız birtakım vergiler vardır. Fener vergisi vesaire bunlar alınmakta olunduğu gibi devam edilecek.
(...)
Sayfa 515:
İSMET PAŞA (Hariciye Vekili) (Edirne): Özel hükümlerde Boğazlar'ın serbestisine dair bir şeyler vardır...
HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyarbekir): Yetişir Paşam, yetişir. Artık kafa kalmadı.
(...)
Sayfa 516:
İSMET PAŞA (Devamla): Tamamıyla bitti efendim. Ufak tefek teferruat vardır. Eğneniniz diye söylüyorum. Özel hükümler var, kabul olunmuştur.
(...)
Sayfa 540:
HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla): "La ya'lemul gaybe illallah." (Gaybı ancak Allah bilir.) Bunu bilirsiniz, böyledir.
(...)
Sayfa 551:
HÜSEYİN AVNİ BEY (Erzurum): Efendiler, ben de bir Türk'üm, öyle Misak-ı Milli'yi çizerken Türk, Kürt düşünmemiştik. (Gürültüler)
(...)
Sayfa 567:
ŞEREF BEY (Edirne): Gerçi efendiler, usul-, ceza Fransızca'dan yanlış tercüme edilmiştir. Teessüf ederim ki, bu beş senedir, bu memleketin adliye işlerini idare eden Ceza Mahkemeleri Usul-i Kanunu da yanlış tercüme edilmiştir. Bir misal ile açıklayayım: Gıyaben mahkum olan birisinin temyiz hakkı yoktur. Yalnız Temyiz Mahkemesi Başmüdde-i Umumisi (Başsavcı) yapar. Procureur (?) generali İstinaf Müdde-i Umumisi diye tercüme etmişlerdir. Halbuki Başmüdde-i Umumidir (Başsavcıdır). Size bir misalle söyleyeyim. Bundan ötürü adliye meselelerinde endişe edilecek bir şey yoktur. Yeter ki onlar doğrudan doğruya hakimiyetimize ait olan yargı hükmü tarafına ait olmasın. Ama demin muhrerem arkadaşımın söylediği gibi onlara lüzum yok.
(...)
Sayfa 568:
Milletin vekilleri Lozan'a karşı çıkıyor
(...)
Sayfa 578:
SIRRI BEY (İzmit): Yalnız Musul'un Güney Kürdistan'ın tesiri altında kalmasından, ileride ortaya çıkacak sakıncalar hakkında bir iki söz söyleyeceğim. Yarın orada şeklen kukla hükmünde, hayal kabilinden bir hükümet şekli meydana gelecektir. Bu bölgenin maddeten İngiltere'ye bir gelir kaynağı olabilmesini şimdiden göreceğim. Fakat İngilizler  bu bölgeyi yalnız bir gelir kaynağı olarak istifade emeli ile ellerinde bulundurmak istemiyorlar. İslam memleketlerinin alt ortasında ikinci bir anlaşmazlık merkezi meydana getirmek istiyorlar. Orada güya milli vasiflara sahip bir Kürt hükümeti teşkil ettiğini görür görmez, yarın komşumuz bulunan Irak'ın idaresi altında bulunna Kürtler'in buraya dahil olmaları için burada teşviklerde bulunacaklardır. Onu tamamladıktan sonra ve belki ondan evvel bizimle beraber çalışan ve bizimle beraber şimdi bu uğurda evlatlarını feda eden Kürtlerin dahi oraya katılmasına çalışacaklardır.
(...)
Sayfa 589:
"O işe Rufailer karışır": Anadolu'nun en eski tarikatlarından birisi olan Rufai tarikatının zikir ve ayinlerinde ateş önemli bir yer tutardı. Dervişler kızgın demirleri yalar, ateşte kızdırılmış kılıç ve şiş gibi şeylerlehüner gösterirlerdi. Bir gün (Yeniçeriler'in mensup olduğu) Bektaşi tarikatına mensup birine, "Erenler yangın var" demişler. Bektaşi dervişi oralı bile olmamış ve "O işe Rufailer karışır" demiştir. Bu söz zamanla bir deyime dönüşerek, işten kaçmak isteyenlerin bir tür sloganı haline gelmiştir.
(...)
Sayfa 598:
Amritsar: 1919 yılında İngilizlerin, sömürgeleri altındaki Hintlilere karşı yürüttükleri sistematik katliam. 13 Nisan 1919 tarihinde Hindistan, Pencap'taki Amritsar şehrinde 5 İngiliz vatandaşı isyan karşıtı tedbir olarak hazırlanan Rowlatt Tasarısı'nı protesto eden Hintliler tarafından öldürüldükten bir sonraki gün 14 Nisan'da tahminen 10.000'den fazla Hintli tasarıyı tekrar protesto etmek amacıyla Amritsar'da toplandı. Dağılmayı reddeden Hintlilere, İngiliz Tuğgeneral  Reginald Dyer'dan (1864 - 1927) verilen bir emirle Gurkha birlikleri tarafından ateş açıldı. Resmi rakamlara göre 379 Hintli öldürüldü ve yaklaşık 1.200 Hintli yaralandı. Bu katliamdan sonra Tuğgeneral sıkıyönetim ilan etti ve kendi emrettiği katliamın "sorumlularının bulunmasını" istedi. Birkaç "sözde sorumlu" kamçılandı ve olay kapatıldı. Tuğgeneral'in faaliyetleri İngiliz Avam Kamarası'nda ifşa edilse de, Lordlar Kamarası'nda desteklendi. Bir ordu konseyi, daha sonra katliamı "yargıda bir hata" olarak adlandırdı.
(...)
Sayfa 651:
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Gün siyaseti ne demektir bilir misiniz? Arkadaşlar, bu siyaseti bilir misiniz nedir? Ben yaşayayım, ben rahat edeyim, bundan sonra gelenlerin canı çıksın, benden sonra gelenler nasıl isterlerse öyle yapsınlar demektir. Özetle, istiklal prensipleri ile bu Yüce Meclis, haşa ki, bu kanaati desteklesin, onun şanı, böyle giden siyaseti desteklemekten uzaktır.
(...)
Sayfa 653:
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Arkadaşlar, İngilizler ölüleri arıyorlar, mezarlıklarını arıyorlar. Biz milyonlarca dirilerimizi ihmal ediyoruz. (Bravo sesleri)
(...)
Sayfa 654:
M.DURAK BEY (Erzurum): Türk, Kürt meselesi yoktur.
(...)
Sayfa 654:
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis): Arkadaşlar İngiliz orada bir çıban çıkarmış, o çıbanla Kürdistan'ı kirletecekler. Buna mani olunuz arkadaşlar, mani olmazsanız hareket çok tehlikelidir. Allah şahittir. Ta Toros dağlarına dayanır arkadaşlar, İngiliz'in bütün temennisi, etrafındakileri oyalamak, uyutmaktır. Temennileri bundan başka bir şey değildir. Arkadaşlar Kürtler Sevr paçavrasını çok verdiler, fakat Kürtler korktular. Kürtler yanan kardeşleri gördüğü için çekildi. Yanaşmadılar arkadaşlar. Fakat bugün Musul'da alladı pulladı, bugün kukla vücuda getirdi. Kürt'ü kukla ile yıkmak istiyorlar arkadaşlar. Oyalayıcı, o göz boyayıcı kuklayı vücuda getirmişler, aldatıyorlar, İngilizler'in altını, o kuklanın mevcudiyeti çok iş görecektir arkadaşlar. Ben Musul'u istemiyorum arkadaşlar. Musul'u atıyorum. Musul'u kime verirlerse versinler, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü almakla Türk'ün, Kürt'ün birliği onunla temin edilir. Ben Musul'u terk ettim, petrol'ü terk ettim. Fakat Türkiye'nin en mühim bir uzvuna yapılan bir aşıdan Türkiye'yi kurtarmak istiyorum. Arkadaşlar tekrar ediyorum, ben uzmanım, hem bildiğinizden çok uzmanım. Kürt'ün imanına vakıfım, rica ederim. Bu siyasetin cereyanına meydan vermeyiniz. Bu bakımdan sizi Allah'a, tarihe, tarihin huzuruna çıkardıktan sonra sözüme nihayet veriyorum.
(...)
Sayfa 663:
ALİ CENANİ BEY (Gaziantep): Osmanlı İmparatorluğu dağılmış ve bundan beş hükümet doğmuştur. Suriye, Irak, Ürdün, Filistin, Türkiye. Bu beş devlet, Osmanlı İmparatorluğu'ndan intikal etmiş olan borç ve mülkü tamamıyla taksim etmek zaruretindedir. Çünkü bir misali vardır ve aynı Müttefikler, bizimle harbe girmiş olan Avusturya hükümeti için aynen kabul etmiştir.
(...)
Sayfa 695:
Yeni Meclis
Mustafa Kemal'i başkan seçiyor
(...)
Sayfa 771:
Ve Lozan Barış Anlaşması TBMM'de kabul ediliyor
(...)
Sayfa 771:
Ret oyu verenler arasında; Yahya Kemal, Kılıç Ali, Mustafa Necati ve Şükrü Kaya gibi isimlerin yer alması dikkat çekicidir.
(...)
Sayfa 782:
HARİCİYE VEKİLİ İSMET PAŞA (Malatya): Arkadaşlar! Osmanlı borçları meselesi macerası bundan yetmiş sene evvel başlamıştır. Yani 1854'te başlamış, takriben 70 senelik bir devredir. Evvela 1854'ten 1874'e kadar yirmi sene müddetle birçok borç yapmışlar. Ondan sonra birçok mali muamele olmuş, borç indirimi yapılmış, bir daha borç indirimi yapılmış. Sonra 1890'dan 1914'e kadar borç yapılmıştır. Bu ikinci safhadır. Takriben devlet kasalarına bütün bu yetmiş sene zarfında 220 milyon lira kadar bir para girmiş, bu müddet zarfında kasalarımızdan çıkan para 170 milyon lira tahmin olunabilir. Harb-i Umumi başlangıcında 140 milyon lira borcumuz varmış. Benim edindiğim fikir borç alan bir defa borçlandıktan sonra mütemadiyen öder ve elli sene sonra hesap ettiği vakit takriben borç aldığı zamanki kadar borcu olduğunu görür. Osmanlı İmparatorluğu'nun gerek Mutlakiyet ve gerekse Meşruiyet ileri gelenlerinin mali siyaseti budur. Üzüntü vericidir. Elem sebebidir. Bize ağır yük yükletmişlerdir. Arkadaşlar! 70 seneden beri alınan bu paralarla yapılan yalnız Doğu demiryollarıdır. Elimizde ne kadarı var iyi bilirsiniz.
(...)
Sayfa 813:
150'likler listesi nasıl hazırlandı?
...
Ve...
Son olarak...
Burası, ne de olsa, övme'de de, yerme'de de, sınır tanımayan topraklar.
Dün Erdoğan'a sövgü'de sınır tanımayanlar, bugün övgü'de sınır tanımıyor.
"Padişah'ım çok yaşa!"
Normal nedir ne değildir?!
"Şeyh uçmaz, müritler uçururmuş" ise mesel, konjonktür'e binaen özenle yükseltilmekte olan Neo Saddam heykel'i ortada.
Nokta.

26 Temmuz 2017
@HayrullahMahmud

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder