27 Temmuz 2017 Perşembe

"Hey, dostum, nasıl yaptın bunu?"!

"Hey, dostum, nasıl yaptın bunu?"!

“Pokerde, Smith-Wesson, Floş Royal’i yener!”
Vahşi Batı atasözü
...
DURUM
Haber şu:
Son dakika... ABD'den 3 ülkeye yeni yaptırım kararı
ABD Temsilciler Meclisinde kabul edilen yeni bir tasarı, Rusya, İran ve Kuzey Kore'ye yeni yaptırımlar getiriyor. Tasarıya göre Başkan Donald Trump yönetiminin Rusya'ya mevcut yaptırımları hafifletmeden veya kaldırmadan önce Kongre onayını alması gerekecek.
http://www.gazetevatan.com/abd-den-rusya-iran-ve-kuzey-kore-ye-yeni-yaptirim-karari--1087859-dunya/
https://paratic.com/iran-para-birimi-degisti/
http://odatv.com/abd-irana-ates-acti-2607171200.html
http://www.hurriyet.com.tr/ingiliz-gazetesi-yazdi-mogherini-turkiyeye-daha-sert-tavir-alinmasi-cagrilarina-karsi-cikti-40531110
(...)
Yorum şu:
Konjonktür ortada.
2007 öncesinde olduğu gibi "İngiliz usulü sıvışmak" da mümkün değil.
Görünen o ki; neo şer eksen'i baştankara.
Rusya, İran, Kuzey Kore'ye yaptırımlar üzerinden, eksen'ler arasında kaybolmuş Ak Parti'ye, özel'de Erdoğan'a mesaj var.
Saddam'dı Erdoğan oldu.
Ecevit'ti RTE oldu.
Diye bakmak mümkün.
Çanlar bu defa "Acem HAARP" için çalıyor.
2007'den farklı olarak Ak Parti'nin ve/veya AKP'nin "bahanesi" kalmadı.
Ters ayak'ta bekletiliyor.
1 Mart Tezkeresi'nden bu yana "Takoz" ne varsa toplandı, Türkiye Cumhuriyeti demek artık "Ak Parti" demek ve/veya Recep Tayyip Cumhuriyeti demek.
Dışarıdan bakınca gözüken tablo bu!
Velev ki, bu yorum hoşa gitmedi, arkası yarı'lık not ortada:
Ayna'ya kızılmaz.
1 Mart'ta baştankara'dan kazık yiyen, Acem HAARP alacaklı kadro geri döndü.
ABD'den Rusya'ya, İran'dan İsrail'e, Vatikan'dan AB'ye top sektiriyor.
İngiltere / Almanya arasında pinpon top'u gibi gidip gelen bir gündem var.
Nokta.
...
Arşiv'den (25 Ekim 2015) DURUM
Haber şu:
Tony Blair'den Irak özrü
İngiltere'nin eski Başbakanı Tony Blair, 2003 yılında ABD'nin öncülüğünde, İngiltere, Avustralya ve Polonya'nın desteğiyle gerçekleşen Irak'ın işgali sırasında yapılan hatalar nedeniyle özür diledi
Irak Savaşı döneminde İngiltere Başbakanı olan Blair, Amerikan CNN televizyonuna röportaj verdi.
Blair, "Edindiğimiz istihbaratın yanlış olduğu gerçeğinden dolayı özür diliyorum. Ayrıca (savaşın) planlanması aşamasında yapılan bazı hatalar ile rejimin devrilmesiyle birlikte neler yaşanacağını yanlış kavrayışımızdan dolayı da özür diliyorum" dedi.
Saddam Hüseyin'in devrilmesini savunan Blair, "Saddam'dan kurtulmakla ilgili özür dilemeyi zor buluyorum. Bugün bile Saddam'ın Irak'ta olmamasının, olmasından daha iyi olduğunu düşünüyorum" ifadesini kullandı.
Tony Blair, terör örgütü IŞİD'in ortaya çıkışında temel nedenin Irak Savaşı olup olmadığı sorusuna, "Bunda doğruluk unsurları olduğunu düşünüyorum. Elbette 2003 yılında Saddam'ı devirenlerin 2015'te yaşanan durumdan hiçbir şekilde sorumlu olmadığı söylenemez. Ancak, 2011'de başlayan Arap Baharı'nın bugünkü Irak'ı da etkilediğinin ve IŞİD'in Irak'ta değil, aslen Suriye'de ön plana çıktığının farkına varmalıyız" dedi.
Irak'ın işgaline verdiği destekle savaşın kilit isimlerinden biri olan Blair, 1997-2007 yılları arasında başbakanlık yapmıştı.
http://www.haberturk.com/dunya/haber/1144716-tony-blairden-irak-ozru
http://www.haberturk.com/dunya/haber/1144716-tony-blairden-irak-ozru
(...)
YORUM şu:
Kitabın adı: BİR YOLCULUK

http://www.dr.com.tr/Kitap/Bir-Yolculuk/Tony-Blair/Arastirma-Tarih/Biyografi/Biyografi-Oto-biyografi/urunno=0000000398188
Yazarı: Tony Blair
http://tr.wikipedia.org/wiki/Tony_Blair
Özgün adı: A JOURNEY
http://tr.wikipedia.org/wiki/Bir_Yolculuk
Büyük Britanya, Random House, 2010
Pegasus Yayınları, 2012
İngilizceden Çeviren: Enver Günsel
1. Baskı: Nisan 2012
35 TL
768 sayfa
(…)
Sayfa 15:
Bu kitabın geleneksel biyografiden farklı olmasını istedim.
(…)
Sayfa 19:
Bir başbakan olarak ilk kez 2 Mayıs 1997 günü Downing Sokağı’nda yürüdüm.
(…)
Sayfa 19:
Bu heyecan herkesi etkiledi, moralleri yükseltti, insanlara umut verdi, her şeyin olabileceğine, seçimin ve çevredeki seçimin ve çevredeki seçim atmosferinin dünyayı değiştirebileceğine inandırdı. Yani benden başka herkes inandı buna.
(…)
Sayfa 27:
Babam, “Annen çok hasta, oğlum” dedi. Babamın bana garanti vermesini ister gibi aptalca beklerken, en kötü ihtimalini düşünerek, “Biliyorum ama ölmeyecek, değil mi baba?” diye sordum.
(…)
Sayfa 31:
Major’un bana telefon etmesi zor oldu ama ben ertesi gün giderek ona karşı çok nazik davrandım ( fakat bunun aramızdaki buzları erittiğinden de emin değildim.) Bir başka telefon da Clinton’dan geldi. Bu çok güzeldi – Clinton gerçekten sıcak, samimi konuştu, dost bir üçüncü – yol ilericinin iktidara gelmesi mutlu etmişti onu ama her zaman olduğu gibi, benim ne düşündüğümü bildiğini söyleyebilirdim, önümüzdeki tuzakları biliyor ve yaşayacağımız değişiklikler konusunda beni nazikçe hazırlamaya çalışıyordu.
(…)
Sayfa 32:
Beni Kraliçe’nin bulunduğu odanın yanındaki bir odaya aldılar. Birden sinirlendim, tedirgin oldum. Temel protokolü biliyordum ama çok iyi bildiğim de söylenemezdi. Hükümet etme konusunda Kraliçe’nin onayını almak için yapılan bu olaya “el öpme” deniyordu. Kraliçe devletin başıydı. Bense onun başbakanıydım. Elinde asa olan uzun boylu bir yetkili yanımda durdu ve “Size bir şey söylemem gerekiyor, Bay Blair”, dedi. (Başbakanlık onayını alana kadar Bay Blair olduğuma dikkat edin). “El öpme töreninde Kraliçe’nin elini gerçekten öpmüyorsunuz. Sadece dudaklarınızı eline hafifçe sürüyorsunuz. O anda şaşırdığımı itiraf edeyim. Ne demek istemişti bu adam? Dudaklarımı Kraliçe’nin eline bir ayakkabıyı fırçalar gibi mi sürecek, yoksa hafifçe dokunacak mıydım? Şaşkınlığımdan tam olarak kurtulmadan kapılar açıldı, içeriye davet edildim ve ne yazık ki ayağım halının kenarına takıldı, hafifçe sendeledim ve Kraliçe’nin eline dudak sürecekken sıkıca yapıştım.
(…)
Sayfa 32:
Kraliçe hakkında söylenebilecek çok şey var: Bu görüşmede dikkatimi çeken iki şey oldu: Kraliçe, pozisyonuna ve deneyimlerine karşın garip bir şekilde ve oldukça utangaçtı ama aynı zamanda dobra bir insandı. Kaba ya da duygusuz demek istemiyorum tabii, sadece sakınmadığı davranışları, konuşmaları vardı. “Siz benim onuncu başbakanımsınız. Birincisi Winston’du. Ve siz o zaman daha doğmamıştınız.”
(…)
Sayfa 33:
(Kamuoyunun düşündüğünün aksine, Cherie, Kraliçe ile hep iyi geçindi.)
(…)
Sayfa 35:
Sonra kabine odasına girdim.
(…)
Sayfa 35:
Kapıdan giren ve bağımsızlık görüşmelerine katılan sömürge temsilcilerini düşündüm.
(…)
Sayfa 42:
Tenis öyle bir oyundur ki, iyi ya da kötü oynayabilirsiniz ya da çok sinirliyseniz bazen beyniniz kollarınıza itaat etmez. Ben her üç şekilde de oynadım tenisi.
(…)
Sayfa 46:
Olimpos Dağı’nın tepesinden aşağıya inip fikir birliği havasını rahatça solumaya başlarsınız, değerleri ve ortak amaçları paylaşırsınız ama sorunun kaynağı olan bataklığa indiğinizde ne bulursunuz?
(…)
Sayfa 51:
Bana neşeli bir ifadeyle, “Kendimi satıyor olabilirim” dedi, “ama bir değişim yapmanın tek yolu da budur.”
(…)
Sayfa 71:
“Buggins” (gizli dinleme, kulis) sırası lider seçmek için berbat bir sistemdi ve liderliğin neyle ilgili olduğu kavramıyla da uyuşmuyordu.
(…)
Sayfa 81:
Cumartesi öğleden sonra sinemaya gittik ve Steven Spielberg’in Schindler’in Listesi adlı filmini, Nazi toplama kamplarından binlerce Yahudi’yi kurtaran adamın hikayesini izledik.
(…)
Sayfa 81:
Benim filmde dönüp dolaşıp geldiğim bir sahne vardı. Adam tuvalette saklanmış bir esir görür, tüfeğini alıp vurur onu. Sonra tartışmaya devam ederler. Ben o kadını düşündüm hep. O kimseyi vurmadı, sadece olayı seyretti.
(…)
Sayfa 92:
Fakat hiç kuşkusuz Gordon ihanet kokusu aldı ve şoke oldu. Benim öne çıkacağımı hiç düşünmemiş, beklememişti.
(…)
Sayfa 96:
Ev çok güzel küçük şirin Fransız köylerinin bulunduğu Provence eyaletinde, Flassan’daydı. İngilizler’in barışçıl amaçlarla Fransa’yı istila etmeleri delilik sayılmaz.
(…)
Sayfa 98:
Öğrenci olarak Oxford Birliği’nde yoktum. Çalışma Kulübü üyesi değildim ve öğrenci politikalarının hemen hiçbirinde – ya da çok önemlilerinde – görev almadım. Üniversitede beni siyaset konusunda etkileyenler iki Avustralyalı ve bir Hintli ve bir de Ugandalı oldu. Bu dört kişiden her biri bana, benimle kalan ve siyasete yaklaşımımı şekillendiren bir anlayış verdi. Hepsi solcuydu ama hepsi farklı deneyimleri olan, çok farklı insanlardı.
(…)
Sayfa 111:
Bireye fırsat tanımak, yoksulluk, eğitim, sağlık, iskan ve refah olanakları konusunda yardımcı olmaktı.
(…)
Sayfa 112:
Bir gün “Duran Duran ve Madonna’yı dinleyen insanlara ulaşmalıyız” dedim ama bu ifadem pek tutulmadı.
(…)
Sayfa 113:
Büyük devlet, küçük devlet ya da farklı devlet mi istiyorsunuz?
(…)
Sayfa 132:
Maraton Man filminde Laurence Olivier’ın oynadığı Nazi doktorunun Dustin Hoffman’ın dişlerini deldiği sahneyi bilir misiniz? Çarşamba sabahları saat yaklaşık 11.45’te, yarım saatlik Başbakan Soruları toplantısının yarım saatlik o işkenceyle değişebilirdim.
(…)
Sayfa 141:
Benim orta sınıfı bir şövalye gibi kucaklamamda ve onun İşçi Partisi geleneklerini Roundhead (Yuvarlak Kafa) tavrıyla tanımlamasında, hiç kuşkusuz yapılabilecek ve işe yarayacak bir koalisyon vardı.
(Yuvarlak Kafa; İngiltere İç Savaşı’nda, Cumhuriyetçi parlamento taraftarlarına verilen isim. Bu isim, parlamento davasının en önde gelen destekçileri olan püritenlere saçlarını kısa kestirmeleri nedeniyle verilmiştir.)
(…)
Sayfa 155:
Yeni İşçi Partisi, Yeni Britanya söylemi, gururlanma ve kibir gibi görünmedi.
(…)
Sayfa 162:
Ben ve Diana oralarda yürüyüş yaptık. Dodi konusuna girdim, bundan hoşlanmadı.
(…)
Sayfa 163:
“Halkın prensesi” ifadesi şimdi sanki başka bir çağdan geliyor gibiydi. Basmakalıp ve abartıydı. Ve geriye kalan bir şeydi.
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/09/100901_blair_book_2.shtml
(…)
Sayfa 191:
(Kuzey İrlanda’da Barış) “Bugün gürültü çıkarılacak bir gün değil” diye başladım konuşmama. Sonra – nereden geldiğini Tanrı bilir, aklıma geliverdi işte – şöyle devam ettim; “Fakat tarihin elini omuzlarımızda hissediyorum.”
(…)
Sayfa 198:
Hiç kuşkusuz, bir anlaşmaya vardığımızı düşünmek, komik derecede iyimserlikti. Bütün gece çalışıp yaklaşık kırk sekiz saattir uykusuz kalmamıza rağmen, lanet tahterevallinin dengesi 10 Nisan 1998’de, Hayırlı Cuma sabahı erken saatlerde yeniden bozuldu.
(…)
Sayfa 208:
Sonunda IRA silahları bırakmaya değil de “kullanmamaya” razı oldu ama bunun yapıldığını nasıl söyleyebilirdik ki?
(…)
Sayfa 233:
“Evet Başbakanım” adlı Tv dizisinde Sir Humphrey karakteri kurgu bir karakterdi ama gerçeğe çok yakındı.
(…)
Sayfa 243:
GP fon sahiplerine…
(…)
Sayfa 245:
Galler Devlet Bakanı Ron Davies, Clapham Common’da siyahi bir erkek fahişe (bir eş cinsel) tarafından soyulmuştu. Kafam karıştı, düşündüm ve sonuçta Ron’dan 10 Numara’ya gelmesini istedim.
(…)
Sayfa 252:
O parlak mayıs sabahı Downing Sokağı’ndaki eve girdiğimde bana başbakanlığım sürecinde Britanya’ya dört kez savaşa sokacağımı söyleseydiniz şaşırır, dehşete düşerdim. Bu iş böyle işte.
(…)
Sayfa 258:
20. yüzyılın sonunda, görece gelişmiş bir ülkede, inanılmaz derecede korkunç cinsel saldırı ve yağma olayları yaşandı. Birleşmiş Milletler çaresiz kaldı. Savaş başladığında Saraybosna’daki Birleşmiş Milletler güçleri geri çekildi ve şehirdeki sivilleri kaderlerine terk etti. 12.000 kişi öldürüldü. Hırvatistan’da da binlerce insan öldü ve bölgede yüz binlerce insan mülteci oldu. Barış geldikten sonra da Miloseviç serbest kaldı, yani ortam yumuşadı ama sorun çözülmedi. 1999 başında oturmuş bir çıkış yolu ararken, 1990’ların başında yaşanan isteksizliğin yine yaşandığının bilincindeydim.
(…)
Sayfa 259:
NATO harekatı konusunda hazırlık görüşmeleri yaparken bir şey daha anlaşıldı; sadece hava harekatı yapsak bile, uçakların yüzde 85’ini Amerika verecekti. Aslında ABD olmasa hiçbir şey yapamayacaktık. Avrupa’nın tam anlamıyla etkisiz olduğu açıktı.
(…)
Sayfa 260:
Clinton çok zeki, hızlı anlayan bir adamdı.
(…)
Sayfa 266:
Makedonya Başbakanı Paddy kanalıyla bana mesaj gönderdi; “Halkım korkuyor, çünkü NATO’nun bir plan yaptığını ve bunun ne olduğunu bilmediklerini düşünüyorlar. Bense daha çok korkuyorum çünkü NATO’nun bir planı olmadığını biliyorum.”
(…)
Sayfa 270:
Paranoya bir lider için en kötü hastalıktır.
(…)
Sayfa 273:
Putin operayı dikkatle seçmişti: Prokofyev’in Savaş ve Barış’ı Rusya milliyetçiliğinin moralini yükseltmek, Napolyon’u Hitler gibi gösterip komik duruma düşürmek için yazılmıştı.
(…)
Sayfa 274:
Ben her şeye rağmen Putin’e olan sempatimi hiç yitirmedim.
(…)
Sayfa 276:
Despot bir diktatörlük rejimini devirmek için yapılan müdahale sadece çıkarlarımıza yapacağı hızlı tehditten değil, o rejimin doğası gereği de haklı görülebiliyor, deniyordu burada. Ulusal çıkarlar dar görüşünün açıkça reddedilmesi ve küreselleşme çerçevesinde bir müdahale politikasının kabulüydü bu.
(…)
Sayfa 331:
Bir an için gözüm yaşlı bir kadın emeklinin elindeki pankarta takıldı. Üzerinde “Blair, sen bir İblissin” yazıyordu. Buna inanamadım, şoke oldum. Yaşlı kadın şu tatlı ninelerden birisi gibi görünüyordu. Durup kadına bir şeyler söylemek, onu uyarmak istedim ama sonra vazgeçtim.
http://www.youtube.com/watch?v=5FiYmRkgr90
(…)
Sayfa 332:
Kayınvalidem – Cheris’nin harika annesi ve ailenin büyük desteği – bana her zaman emeklilerin görüşleri konusunda bilgi verirdi ve bir lobisi olarak da mükemmeldi.
(…)
Sayfa 332:
Kayınvalidem olayı detaylıca grafiklerle anlattı bana, ciddi bir sorunumuz olduğu belliydi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20554676.asp
http://www.haber7.com/siyaset/haber/879374-polis-ve-astsubaylar-icin-dugmeye-basildi
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/20601452.asp
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20601819.asp
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/20597188.asp
(…)
Sayfa 372:
Seçimden sonra George Bush bana telefon etti ve “Hey, dostum, nasıl yaptın bunu?” diye sordu.)
(…)
Sayfa 384:
O günlerde, on yıl sonra hala Afganistan’da savaşacağımızı bilseydim mutlaka çok şaşırır, bundan rahatsız olurdum.
(…)
Sayfa 386:
“Nedir yolunda gitmeyen?” Biz o günlerde eşitliğin görece basit olduğunu düşünüyor, “Taliban’ı devir, Afganistan’da Birleşmiş Milletler gözetiminde bir seçim yap, ülkede gelişme sağlamak için milyarlar harca ve sonuç elbette gelişme olacaktır” diyorduk.
(…)
Sayfa 390:
Babamın kuşağı “Blitz”i yaşadı.
(II. Dünya Savaşı’nda Almanlar’ın İngiltere’ye düzenlediği hava saldırısı.)
(…)
Sayfa 426:
George Bush’un Ocak 2002’deki Birlik Devleti konuşmasında geçen, İran, Irak, Suriye ve Kuzey Kore’yi “şer ekseni” olarak gösteren ifadesi ün kazandı. Konuşmasında, Amerika’nın dünyaya sadece liderlik yapmayacağını, onu değiştireceğini söylüyordu ve Afganistan’da olduğu gibi, gerekince güç kullanarak yapacaktı.
(…)
Sayfa 448:
“Eğer, “Fakat” ya da “Olabilir” gibi sözcükleri kabul etmiyordu. Sana geliyoruz, ya değişirsin ya da değiştirilsin, diyordu.
(…)
Sayfa 470:
5 Mart Çarşamba günü Fransa, Almanya ve Rusya, ABD’den ayrıldıklarını bildiren ortak bir bildiri yayınladılar.
(…)
Sayfa 472:
Onlar Almanya ve Rusya ile kurdukları yeni üçlü ve kuvvetli ilişkiden çok memnun görünüyorlardı. Bu üçlü ittifak ABD’nin karşısında alternatif bir güç oluşturuyor, aynı zamanda Arap ve Müslüman dünyasında sempati kazanıyor, bundan yararlanıyordu.
(…)
Sayfa 474:
George Bush’un dünya görüşüyle dalga geçmek kolay! Bazı görüşleri gerçekten Manichean Mezhebi’nin görüşlerini andırıyor.
(MS 3-5. Yüzyıllar arasında hem Tanrı’ya hem de şeytana inanan bir mezhep.)
(…)
Sayfa 500:
Tory’ler ilk kez 2001 seçimlerinde “Bliar” lakabını taktılar bana.
(Burada bir sözcük oyunu söz konusudur. Blair sözcüğündeki “lair” kısmı “liar” (yalancı) olarak değiştirilmiştir.
(…)
Sayfa 530:
Cameron ise nereye gideceğini bilemeyen, yazı / tura bir adamdı.
(…)
Sayfa 601:
George bu tartışmanın tam üstüne gelmiş ve katılanların hepsiyle henüz tanışmamıştı bile. Guy’ı tanımıyordu ve onun öğüt verir gibi konuşmasını büyük bir şaşkınlıkla dinledi.
Sonra bana döndü ve “Bu adam kim?” diye fısıldadı.
“Belçika Başbakanı” dedim.
George’un şaşkınlığı daha da arttı ve “Belçika mı?” dedi. “Ama Belçika G – 8 üyesi değil ki!”
“Hayır, değil. O burada AB Başkanı olarak bulunuyor.”  
Bunu duyunca, bu kez bizim aptallığımıza şaşırmış gibi, “Yani şimdi AB’yi Belçika’lılar mı yönetiyor?” diye sordu.
(…)
Sayfa 606:
G – 8 yemekleri her zaman ilginçtir. Liderle genelde saat farkı nedeniyle yarı sarhoş gibidirler. Gündemi takip etmek zorundadırlar ve Gleneagles’da özellikle zorlandılar. Çevrede manzara her zaman güzeldir ve bazen zirve toplantılarına ev sahipliği yapmanın maliyeti de konuşuluyor. Hiç kuşkusuz, güvenlik önlemleri pahalıya mal oluyor ama bunun bir nedeni de liderlerin hatası; delice cesaret gösterip serbest kaldıkları zaman, bazen çılgına dönen ve çeşitli yerlerden gelen protestocularla sohbet etmek istemeleri. Bu onlar için bir tür tatil, iş toplantısı ve büyük siyasi çalışma karışımı bir şey oluyor. Ve sonucun ne olacağını da asla bilemezsiniz.
(…)
Sayfa 612:
“Duygudaşlık hissetmekle” ilgisi yoktu.
(…)
Sayfa 615:
Ne kadar zafer, ne kadar trajedi, mutluluk ya da üzüntü yaşayabilirdi? Ne kadar gözyaşı ve neden? Annemi hatırladım. Öldüğünde, benim henüz bitirdiğim yaşta, elli iki yaşındaydı. Çok genç öldüğünü düşündüm. Hastalığını ve fazla yaşayamayacağını biliyordum ve bir gün ona, mümkün olsaydı benim o zamanki yaşıma, yani yirmi yaşına dönmek isteyip istemediğini sormuştum. Annem, “hayır” demişti, “hayır, çok acı çektim. O acıları yeniden çekmek istemem.”
“Fakat sen hayatından memnundun, mutluydun anne…”
“Evet, tabii. Ama hayır, onları tekrar yaşamak istemem, kesinlikle hayır.”
Onun o zaman ne demek istediğini şimdi anlıyordum. Ölmek daha iyi değildi elbette – tabii değil – her şeyi, endişeleri, yerine getirilmesi istenen arzuları, hırsları, bozulacağını bildiğiniz rüyaları, bütün çabaları, uğraşları yeniden yaşamak zor… Hayatın amacı da bu; çabalamak, uğraşmak.
(…)
Sayfa 643:
Bana göre, İran’ın rolünü anlamadan Hizbullah’ı, Suriye’yi anlamadan Lübnan’ı, her ikisinin rolünü anlamadan Hamas’ı anlayamazsınız.
(…)
Sayfa 647:
OYUNUN SONU
(…)
Sayfa 660:
Böylece “Darbe” başladı.
(…)
Sayfa 697:
Ölen asker hakkında bazı şeyler sordum ve onlar da gururla anlattılar oğullarını. Sonra askerin eşiyle yalnız görüşmek istedim. Genç kadınla bir süre konuştuk. Bir ara kendimi tutamadım ve birden ağlamaya başladım.
(…)
Sayfa 709:
“Batı” kelimesi, dünyanın Komünizm tarafından bölünmüş olduğu eski günleri hatırlatan, modası geçmiş bir sözcük ancak yine de “bizim” tipimiz olan, açık, demokratik, piyasa ekonomisini benimsemiş, askeri güç olarak kendine güvenen (hiç kuşkusuz, Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonra) ve dünyanın tek süper gücü olan ABD’nin desteklediği ülkeler anlamına geliyor.
(…)
Sayfa 709:
Brezilya ve Türkiye büyüyen iddialı ülkeler, artık rol oynamak için izin istemiyorlar, rollerini oynuyorlar. Avrupa Birliği’nin birtakım sorunları var ve “kriz” sözcüğü bu kez abartı değil, bir tanımlama. Biz Batı ülkeleri demokrasiyle yönetilmeye devam ediyoruz ama seçtiklerimize saygımız hiç bu kadar azalmamıştı.
http://www.hayatnotu.com/haber/ozel-dosyalar/tony-blair-kitabinda-ak-parti-ve-tayyip-erdogan-icin-ne-dedi.html
(…)
Sayfa 719:
“Ölmektense kızıl olurum”.
(…)
Sayfa 720:
Tehdit yeterince açık: Kitle imha silahları, insanları kitle halinde öldürecek olan kişilerin ellerinde bulunuyor. İran nükleer bombaya sahip olursa bölgede başka ülkeler de aynı yeteneğe sahip olabilirler ve bu da sadece bölgede değil, İslam dünyasında da güç dengesini büyük ölçüde değiştirir. İşte o zaman, Afganistan’da gerçek savaş olur.
(…)
Sayfa 720:
Kabil ya da Bağdat’ta patlatılan son bombalı araçlarla, Pakistan medreselerinde ya da Yemen’de kadın hakları konusunda öğretilenler arasında bir bağ kurmalıyız.
http://www.hurriyet.com.tr/planet/20597249.asp
(…)
Sayfa 721:
Argümanda Obama’nın (ya da Clinton’ın) ikna yeteneğine, yaklaşım basitliğinde Bush’un (ya da Reagan’ın) gücüne ihtiyacımız var.
(…)
Sayfa 722:
ABD ve AB birlikte ortak hareket etmelidir.
(…)
Sayfa 722:
Avrupa için seçenek belli ve tehdit çok büyük…
(…)
Sayfa 724:
İşçi Partisi 2010 seçimlerini neden kaybetti? Maalesef bunun cevabı açık. İşçi Partisi, Yeni İşçi Partisi olunca kazanmıştı. Kaybetti, çünkü Yeni İşçi Partisi olmaktan vazgeçti.
(…)
Sayfa 734:
İsrail’in gerçeği güvenlik! Filistin’in gerçeği ise işgal! Bunlar ise birbirine bağlı.
(…)
Sayfa 735:
Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra öğrendiğim en önemli şey şu: Halk umuttur.
http://www.milliyet.com.tr/tony-blair-turkiye-nin-uyeligi-farkli-bir-yone-gidiyor/dunya/sondakika/01.09.2010/1283871/default.htm
http://www.sabah.com.tr/Dunya/2011/06/12/tony-blair-her-gun-kuran-okuyorum
http://www.medyafaresi.com/haber/78460/guncel-erdogan-bir-tony-blair-olamaz-ahmet-altan-yazdi.html
http://www.haberturk.com/yazarlar/gazi-ercel/555257-blair-ile-bir-yolculuk
http://www.cnnturk.com/2010/dunya/09/07/tony.blair.ikinci.bir.protestodan.korktu/589009.0/index.html
http://www.haberler.com/bir-ayakkabi-da-blair-e-2222256-haberi/
http://www.haber7.com/haber/20100823/Blairin-anilari-Busha-yazilmis-ask-mektubu-gibi.php?sayfa=1
(…)
Sayfa 736:
Bana göre, insanların özgürlüğe kavuşması için siyasi güce ihtiyaçları yok ancak siyasetin özgürlüğe kavuşması için insanlara ihtiyacı var. Bir siyasetçinin bunu söylemesi garip elbette ama bu anılardan anlayacağınız gibi, yaptığım yolculuğun insanın siyaset karşısındaki zaferi mi yoksa siyasetin insana karşı galibiyeti mi olduğu konusu hiçbir zaman tamamen aydınlığa kavuşmadı.
...
Nokta.

26 Temmuz 2017
@HayrullahMahmud

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder