5 Ocak 2015 Pazartesi

Zafer'i öngörmek?!

Zafer'i öngörmek?!

(ya da Laik çağdaş yaşam'dan yana taraf olanların, Atatürkçüler'in hakkını savunmayı reddedip, Yamyam'ın, Vampir'in özgürlüğünü savunan yüksek demokrat gazetecilerin kanlarını kim'ler içti, itibarlarını kim'ler yedi ve/veya İçlerinden biri, 'Kendi Sesinden" Fatih Altaylı anlatıyor?!)

"Tüm zaferlerin sırrı, öngörülmeyenin öngörülmesindedir."
Marcus Aurelius
...
DURUM
2002 / 2015?!
Baş'ımız dik.
Rüzgar gibi geçti.
Zorlu gün'ler kapsamında, turkuvaz kod'lu medya'dan birkaç soluk kupür:
Hayrullah Mahmud, Lale Manço hakkında yazdığı yazıyla ilgili "geliri olmadığı" için bir hafta hapse mahkum oldu. 
...
Tarih: 31 Temmuz 2007 
HAYRULLAH MAHMUD GÖZALTINDA YAŞADIKLARINI AÇIKLADI
Son dönemde çetelere karşı yürütülen operasyonlar kapsamında gazeteci Hayrullah Mahmud da göz altına alınmıştı. Hayrullah Mahmud ‘terörist’ olduğu iddiasıyla 4 gün gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Mahmud yaşadıklarını, savcıya yaptığı açıklamaları SÜPERPOLİGON’a gönderdi. İşte o 4 gün bir gazetecinin yaşadıkları.
...
Tarih: 15 Eylül 2008
Ergenekon'dan karargâhta gazetecilere brifing
Silahlı Kuvvetler içinde gizlice örgütlenen Ergenekon terör örgütünün, varlığını 3 yıl önce bir gazeteci aracılığıyla kamuoyuna hissettirdiği ortaya çıktı.
Kullanılan basın mensubu ise Cem Uzan dönemindeki Star Gazetesi'nin Ankara temsilcisi Hayrullah Mahmud.
...
Tarih: 20 Ekim 2008
Ergenekon'a geldi, gözaltına alındı!!! Hayrullah Mahmud'a şok!!!
...
Tarih: 26 Mayıs 2010
Oray Eğin: Medyada kristal gece
Emin Şirin, Nazlı Ilıcak'la evliliğini bitirdikten sonra Cem Uzan'ın Türkiye'nin kurtuluşu olduğuna inanabilmiş bir adam. Böyle biriyle kim operasyon planlar?
Ya da Hayrullah Mahmud... Nişantaşı'ndaki sınıf atlama turuna çıktıktan kısa bir süre sonra medyada adını duyurduğu hızda gibi yok olmuştu, en son şaşkınlık içinde gözaltına alındığını duyduk. Bırakın onla çete kurmayı, insan oyun masasına bile oturmaz.
Odatv: Oray Eğin Hükümet Cemaat savaşında safını seçti
Odatv: Oray Eğin, yazısında Hıncal Uluç ile görüşmesini anlattı
...
Fatih Altaylı: Çiş değil de kaka
Bir ara Sabah'ta bu isimle çıkan yazıları da başka bir gazetecinin takma isimle yazdığını sanıyordum. 
...
Tarih: 10 Ağustos 2009
Ekrem Dumanlı: Tasfiye edilecek gazete(ci)ler listesi
Evet, aynen öyle! Başlıkta sehven yazılmış bir şey yok. Yakın bir gelecekte bazı gazeteler ve gazeteciler tasfiye olacak. Daha doğrusu, mesleği çağdışı metotlarla devam ettirmeye çalışan bir zihniyet topyekûn çökecek; bazılarının bugünkü şaşaalı tahtlarından eser kalmayacak. Kim mi yapacak bu tasfiyeyi? 
Toplum! Hani şu aşağılanan, hor ve hakir görülen, adam etmek için hakkında yazılar yazılan, tepeden bakılan, göbeğini kaşıyor diye yakıştırmalar yapılan, bidon kafa diye ti'ye alınan sade vatandaş yapacak bu köklü değişimi.
'Kimler bu tasfiyeden kurtulamayacak?' derseniz; isim zikretmektense genel özellikleri belirtmeyi tercih ederim.
...
Fatih Altaylı: HÜRRİYET BURASI UZAN GRUBU DEĞİL BURADA SATILMIŞLIK YOK 
STAR'ın ''iş takipçisi'' Hayrullah Mahmud kendini kurtarmaya çalıştıkça batıyor. Kendince bana saldırıyor. Ama okuma ve okuduğunu anlama sorunlu olduğu için, benim yazmadığım konuları bile benim yazdığımı zannediyor. Hürriyet'te yer alan bir haberi bana mal ediyor. Boyu kadar puro içen, görüntüsü gibi yazıları da komik bir adam
...
Vural Savaş: ABD Büyükelçisi Recep Tayyip Erdoğan'a şantaj yaptı mı?
Hayrullah Mahmud Özgür, Star Gazetesi'nin Ankara Temsilciliği'ni yaptığı dönemde; öylesine bilgi ve belgelere ulaşıyordu ki, pekçok olayın perde arkasını, onun aynı gazetede yazdığı köşe yazılarından öğreniyorduk.
...
Hayrullah Mahmud: 13 Dakika ve/veya F'Omerta Yasası?!
Işık bir yandı bir söndü, heyecandan herkes öldü?!
(ya da Harp, karargahta kazanılır ve/veya Yanlış yere, yöne, safa yapılan yığınak, ‘Harb’in neticesini etkiler, nokta?!)
“En tahammül edilmez zorbalık, küçük adamlarınkidir!”
Napoléon Bonaparte
...
Cem Küçük: 2014’de medyadan tasfiye olanlar!
...
HM: İyilikten doğan maraz!
...
DURUM ANALİZ?!
Naçizane bu satırların yazarı BOP'eşbaşı AKP'ye "ciddi muhalefet" ettiği için 'malum adres'lerin ifadesi ile merkez medya'dan tasfiye oldu, işini, evini, ailesini kaybetti.
(İstihbari darbe!)
Mağdur oldu ise o zaman soru ortada:
HM'yi tasfiye eden cesur, dik duruş'lu üç maymun gazeteci'lere ne oldu?! 
Bir diğer soru:
HM 'merkez medya'ya dönüyor ise merkez medya'nın anlı şanlı isimleri bugün hangi durum'dalar, neden yazamıyorlar, niye korkuyorlar, lüküs yaşam peşindeki gazetecileri "karşı darbeciler" nasıl t'avladı?!
Yani?!
Merkez Medya'nın anlı şanlı gazetecileri, bu satırların iddiasız iddialı yazarının, vatandaşlık hakkından aldığı ilhamla dalga dalga operasyonların sabah'ında akşam'ında, internet kafelerden, sanal ortam üzerinden de olsa gündem'e getirdiği iddiaları, neden "Hayrullah Mahmud diyor ki, iddia ona ait" deyip köşelerine taşımamışlar, WikiLeaks'teki kayıtları görenler, Fuat Avni'ye atıf yapanlar, Baransu'nun bavulunu ciddi'ye alanlar, neden HM'nin satir'larını görmezden gelmişler?!
Hasılı:
En büyük müsahhih / düzeltmen, zaman'dır.
Yani?!
“Uzun süre bir nehrin başında oturursanız, bütün düşmanlarınızın cesetlerinin önünüzden geçtiğini görürsünüz.” 
Çin atasözü
Bu arada kimse'ye düşmanlık his'leri beslmediğimi, ilkesel, kavramsal muhalefet / polemik yaptığımın altını çizmek isterim. 
Yani?!
Karşı darbeci'lere yaltaklanarak Türkiye'yi, Avrupa'yı, özetle dünya'yı güvenliksiz ortam'a sürükleyenlerin baş'ları önlerine eğik ise "utanma duyguları" olduğu için olmasa gerek.
Mal korkusu, mabad korkusu.
Yani?!
Eğer onlar kazanmış olsalardı,çok net biliyorum ki, acımazlardı.
Bir defa yapan bir daha yapar.
Çok uzun yol'dan geliyorum, birçok "ertesi gün" sınaması yapıldı, kafa aynı kafa.
(Mahlas'la yazı yazdırmayı bıraktım, adımı duyan bazı makam sahibi anlı şanlı isimler, benim bilgim dışında "mağduriyetim" dile getirilince "daha da beter olsun" dediler. Mühim değil. Rızkı veren her daim Allah! Nereden nereye!)
Velev ki, "acımak", o zaman yüksek demokratlar için basit soru ortada:
Vampir'lere, Yamyam'lara özgürlük olur mu?!
Cevap "evet" ise aynı soru'yu karşı taraf'a da sormak elzem.
Eğer soruyu soranı yememiş iseler cevap ortada.
BOP'ta, cevabı belli bir soru "Aman ağzımızın tadı bozulmasın" diye al'a boyandı.
Kırmızı başlıklı medya patronajı.
Şimdi sıra kurt'un onları yemesine gelmiş, ortalık yangın yeri.
Ağlayan ağlayana.
"Stratejik" aklı olmayan 'dik duruş'lu gazeteci'lerin baş'ı önüne eğilmiş ise sebep sadece siyasi iktidardan kaynaklı olmasa gerek!
Post modern savaş'a, 'Nefis Harp'i diye boşuna ek isim takmadık.
Allah şaşırtmasın.
Nokta.
...
VAZİYET
Kitabın adı: Fatih Altaylı ile Teke Tek
Kitabın Yazarları: Hüseyin Latif, Bilge Demirkazan, Mireille Sadege
Bizim Avrupa Yayınları
Birinci Baskı: Kasım 2005
168 sayfa
2 TL
(...)
Arka Kapak: Teke Tek'te hep o sorar ve karşısındakiler yanıtlardı. Bu sefer Teke Tek'te koltukların yeri değişti. Tabii ki onunla baş etmek için karşısına üç kişi olarak oturduk. Herkes onu sivri dilliliği, kavgacı kişiliği ile tanıyordu. Biz ise onu modern, bilgili, biraz stresli biraz da düşünceli bulduk. İyi eğitim almış, görgülü biri olduğu her halinden belli oluyordu. 
Bu kitapta bir medya devini okuyacaksınız. 
Ne pahasına olursa olsun, sözünü sakınmadan söyleyen, bir toplantı sırasında Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün, "Kim benden sonra bu koltuğa oturmak istiyor?" sorusuna "Ben" deme cesaretini gösteren, Türkiye'nin en büyük medya patronu Aydın Doğan'a ayrılırken "Fatih, çok fena oluyorum, sen git!" dedirten de yine o. 
Kamuoyunun son aylarda kendisinden en çok söz ettiren ismi Fatih Altaylı dünyayı nasıl yorumluyor, Türkiye'ye nasıl bakıyor; evde yemek pişirir mi, hangi konularda muhafazakar? 
Hepsi çok açık, sansürsüz olarak bu kitapta.
"Fatih Altaylı ile Teke Tek" aynı zamanda bir ders kitabı; üniversitelerin uluslararası ilişkiler bölümünde, iletişim fakültelerinde okutulacak, tartışılacak bir kitap. "Ben gazeteci olmak istiyorum" diyenlerin, Türkiye'yi anlamak isteyenlerin kitabı.
Hayatta dik bir duruş var ise o dik duruşun bir maliyeti vardır ve ben o maliyeti ne pahasına olursa olsun ödemek zorundayım.
(...)
Sayfa 11:
Transferin Perde Arkası - I 
(...)
Sayfa 13:
Nitekim Aydın Bey'e, "Geleceğimle ilgili kararı sizin aile meclisinde aldırmam. Ben kararlarımı kendim alırım" dedim. Ve bırakıp çıktım.
(...)
Sayfa 13:
Bir kuruş transfer ücreti almış değilim. Bırakın bahsedilen o milyon dolarları yani bir lira almış değilim. Vatan Gazetesi'nin yazdığına göre kırk beş elli milyon dolar para almışım. Keşke alsaydım, almayı isterdim ama böyle bir para vermediler. Tam aksine gelirimde bir düşüş oldu. Yani Sabah Gazetesi'nin maaş profili son dönemde Hürriyet'e ve Kanal D'ye oranla biraz daha düşük olduğu için gelirimde ciddi bir düşüş oldu. Ama bunu Türkiye'de, özellikle medyadaki insanlara anlatmak çok zor.
(...)
Sayfa 14:
Onu bırakın. Hürriyet Gazetesi'nden geçmişte bir ev almak için kredi almıştım. Gazeteden ayrılırken, onun parasını ödemek için şu anda evi satıyorum. Yani Hürriyet'e borcumu ödemek için evimi satmak zorunda kalıyorum. Milyonlarca dolar transfer alan biri, herhalde gazeteye borcunu ödemek için evini satmak zorunda kalmazdı; insanların bunu anlamaları güç tabii. Hayatta bir dik duruş var ise o dik duruş'un bir maliyeti vardır ve ben, o maliyeti ne pahasına olursa olsun ödemek zorundayım.
(...)
Sayfa 15:
Ve en sonunda Aydın Bey'e vedalaşmak için gittiğim zaman bana "Turgay'dan kaç lira alacaksan aynısını sana vereyim" dedi. "Ben Turgay Bey'den bir lira almadım" dedim. Sahiden öyleydi. 
(...)
Sayfa 18
Soru: Hürriyet'ten uzaklaştırmak için olamaz mı?
Cevap: Böyle dedikodular oldu. Benim AKP ile yakın olduğumu, Aydın Doğan'ın da AKP'ye yakın bir politika izlediğini düşünenler oldu ama ben AKP'ye o kadar da yakın değilim. Kısacası yerimin Hürriyet'te sağlam olduğunu düşünüyordum, iyi anlaşıyorduk.
(...)
Sayfa 18:
Şöyle ki: Benim birçok yerde kilit pozisyonlarım vardı. Neredeyse gurup içerisinde gurup haline gelmiştim. Bir adama bu kadar fazla bağımlı olmak belki patronu rahatsız etmiş olabilir. Hürriyet'te köşe yazarı, yayın yönetmeni adayı, Kanal D'de yayın yönetmeni, icra kurulu üyesi, radyoların başında.
(...)
Sayfa 19:
Başıma gelen bir olayı anlatayım: Cem Uzan'la benim aramdaki sorunu bütün Türkiye biliyor. Uzan Grubu'nun ipliğini pazara çıkaran adam benim. Buna mukabil, emniyet'ten bize Cem Uzan eşiyle, babasıyla yapmış olduğu telefon görüşmelerinin kayıtları geldi. Ailevi meseleler yani. İş ile ilgili ya da Türkiye'nin maruz kaldığı ekonomik skandallarla ilgili bir şey konuşmuyorlar. Bizim muhabir arkadaşlar, polisten alıp bana getirdiler. "Ağabey bunu polisten aldık, yayımlayabilir miyiz?" diye sordular. "Çocuklar bu kaseti hemen yok edin" dedim. Yani bu bizimle alakalı bir şey değil, adam karısıyla konuşuyor bize ne! Böyle bir kaseti dinlemek ayıp. Bu ahlaka aykırı bir durum. Ve ben kaseti çöpe attım. Fakat bazı gazeteler bunları yayımladı. 
(...)
Sayfa 19:
Yine örnek veriyorum: Sevdiğim bir dostum ve iyi bir gazeteci olan Sedat Ergin, kendi telefon konuşmalarını basına yansıdı diye, İçişleri Bakanı Meral Akçener hakkında dava açtı ve bundan duyduğı rahatsızlığı defalarca dile getirdi. "Benim özel hayatımı yayınladınız, benim mahremime girdiniz, benim telefon konuşmalarımı dinlediniz ve bunu yayınladınız" diye mahkemeye verdi ve Meral Akşener karşısında o zamanın parasıyla çok büyük tazminat kazandı. Fakat aynı Sedat Ergin döndü, şimdi ismini hatırlamadığım bir sanatçının yaptığı telefon konuşmalarını bire bir yayınladı. Hani ülke güvenliğiyle ilgili olur, çok önemli olur, belki olabilir de ama ben bunu yapmam. Yapmadım da!
(Fatih Altaylı Levent Kırca polemik: Sen Yalakasın, Salaksın!
"F. Altaylı: Beni arayarak "Sen rahatsız olacaksan bu ilanı almayız" diyen gazeteci dostum Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'dan başkası değil."
(...)
Sayfa 21:
Ben ayrılırken Ertuğrul Bey ağladı. 
(...)
Sayfa 21:
O kalktığı gün yerinde dostu olan Fatih Altaylı'yı veya çok sevdiği Sedat Ergin'i mi görmek ister, yoksa alakasız birini mi? ve O, koltuktan kalktığı zaman da Hürriyet'te yazmaya devam etmek istiyor. O zaman Sedat veya benim de Hürriyet'in başında olmamız Ertuğrul Bey'in işine gelir. 
(...)
Sayfa 22:
Tarafsız gazeteci yoktur, tarafını saklayan gazeteci vardır. Bu çok çok daha tehlikelidir.
(...)
Sayfa 23:
Mesela çok etkili demeyeyim ama önemli görünen bir köşe yazarının Başbakan'a koltuğunun altında patronuna ait bir şirket dosyasıyla gittiğini ve Başbakan'ın kendisine: "Bu şekilde gazeteye Genel Müdür mü oldunuz?" diye alay edip, kapıdan dışarı yolladığını da biliyorum.
(...)
Sayfa 25:
Bana Mustafa Koç, "Yanlış bir şey olduğu zaman ilgili bakanlığa telefon açıyoruz, hemen bürokratlarla bizim arkadaşları bir araya getiriyorlar, hatalı bir şey varsa düzeltiliyor" dedi. Bir iş yapmaya çalışan, yol açmaya çalışan bir Hükümetimiz var. İdeolojik olarak yanımızda değiller; illa Türkiye'yi bizim ideolojimizdeki insanlar yönettiği zaman mı biz bravo diyeceğiz?
(...)
Sayfa 25:
Bugün insanca yaşayacak parayı kazanmak ve gazetecilik yapmak için gazeteciliğe girdim. Bugün insanca yaşanacak parayı kazanıyorum. Hatta fazlasını kazanıyorum: Allah'a çok şükür. Ama patron olmak gibi bir niyetim hiç yok.
(...)
Sayfa 26:
Soru: Bu arada kolunuzdaki şu meşhur saat mi?
Cevap: Evet meşhur saat bu. Bende elli tane kol saati var. Turgay Bey'in de bana saat hediye etmesinin sebebi o. Ben saat piyasasını yakından takip ederim. Saat ve otomobil manyaklığı var bende.
(...)
Sayfa 26:
Yüz on bin euro değerinde olduğu yalan. Patek Philippe'in yüz onbin euro değerinde bir saati yok. 15 -20 bin euro civarlarında bir şeydir herhalde. 
(...)
Sayfa 26:
Ne yapacağız yani, tek taş pırlantalar, küpeler takacak halim yok. Saatlerle idare ediyorum.
(...)
Sayfa 39:
Yani, Fransa'da Sarkozy gibi politikacılar eğer birtakım hedefleri gerçekleştirme konusunda samimilerse Türkiye'siz bunu yapamayacaklarını bilmeleri lazım. Fransa bugün, en çok İran'la ilgileniyor. İran üzerinde söz sahibi olmak, İran'la ilgili birtakım projelerin gerçekleştirilebilmesi için Türkiye lazım.
(...)
Sayfa 40:
Bugün Ukrayna'nın Fransa'ya veya Almanya'ya Türkiye'den daha çok benzediğini Ukraynalıların gelenek, görenek, tipi tarz, kent yapısının Avrupa'ya daha çok benzediğini ben de kabul ederim.
(...)
Sayfa 41:
Zaten Avrupa'nın içerisinde Ukrayna'dan yirmi tane var. Fransa'nın içinde beş tane Ukrayna var. Ukrayna ne katacak? Ama Türkiye bir şeyler katacak onlara.
(...)
Sayfa 45:
Hatırlarsınız Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra çöktü, yargılandı. Ve birdenbire İmralı'daki arkadaş haline geldi. Hem istihbaratın hem Türk askerinin kontrolündeydi. Örgütle bağlantısı, verdiği mesajlar Türkiye'nin istediği, örgütü pasifize etmeye, tansiyonu düşürmeye yönelikti. Ancak Avrupa Birliği sürecinde idam cezasının ortadan kalkmasıyla beraber Abdullah Öcalan'ın tavrında değişiklik oldu. Büyük ihtimalle can korkusu gitti ve uzun bir süreç içinde serbest kalabileceği, hatta örgütün başına tekrar geçebileceği inancına kapıldı. Bu işin bir tarafı. Diğer tarafta uzun süredir yazdığım Kürdistan gerçeği var.
(...)
Sayfa 46:
Çünkü 1 Mart Tezkeresi Türkiye tarihi açısından çok önemliydi. Bu tezkerenin geçmesine onay verilmesi gerektiğini söyledim; çünkü...
(...)
Sayfa 53:
Soru: Fatih Bey, Kara Kuvvetleri Komutanı ne demişti?
Cevap: "Türkiye giderek Filistin oluyor" demişti. Talihsiz bir benzetme olduğunu söylemek mümkün. Çünkü Filistin dediğiniz zaman iki ayrı toplum, işgal edilmiş topraklar, bir tane hukuksuz bir devlet, bir tane de devletsiz bir hukuk söz konusu, oldukça karışık. Türkiye'ye benzetmek hiç doğru değil. Türkiye'yi Filistin'e benzettiğiniz zaman Türkiye'nin Güneydoğusu ile ilgili ve kurulmakta olan Kürdistan devleti ile ilgili sıkıntılar ortaya çıkar. Türkiye haklı taraf olduğunu anlatamaz.
(...)
Sayfa 54:
Bugün Orgeneral Özkök'ün orduyu getirmiş olduğu konum aslında demokratik ülkelerde ordunun olması gereken pozisyon. Hatta demokratik ülkelerde Genelkurmay Başkanı'nın adı bile bilinmez. Fransa vatandaşının yüzde doksanı bilmez. Ama Türkiye'de ise siyasetin önemli aktörlerinden biri olarak tanınır.
(...)
Sayfa 56:
Türkiye'den baktığınızda "Vay efendim emniyet'te kadrolaşıyorlar" deniyor. Emniyet'te zaten elli senedir kadrolaştılar. Ne oluyor işte Fethullahçı gidiyor da Süleymancı geliyor, sadece içindeki nüans'lar değişiyor. Yoksa milli eğitimdeki kadrolaşma 1970'lerde başlamış, birtakım ideolojik kadrolar eğitimden geçirilip öğretmen yapılmış ve bunların önü açılmış. Türkiye'de iktidarın sırtındaki ciddi bir yük olan imam hatipler meselesi var. 
(...)
Sayfa 56:
Ben geçen günkü yazımda da yazdım, polis Hizb-ut Tahrir örgütünü hoşgörüyorsa, yıllardan beri hoşgörüyor. Hizb-ut Tahrir Güneydoğu kökenli, radikal İslamcı ve terör yanlısı bir örgüt. Bunların militanları geçen cuma günü (2 Eylül 2005) Fatih Camii'nde bir eylem yaptılar, polisin buna gösterdiği hoşgörü eleştirildi. Polis her zaman hoşgörü gösterdi, 10 - 15 sene içerisinde 50 tane böyle eleştiri vardır.
(...)
Sayfa 56:
Bu örgüt beni iki kez öldürmeye çalıştı. Birinde polisin dayatmasıyla Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldım. "Gidin" dediler. Mecburen iki ay Amerika'da kaldım.
Soru: Hangi tarihte?
Cevap: 1997
(...)
Sayfa 57:
TÜRKİYE MUHAFAZAKARLAŞIYOR MU?
Bunların kadroları aynı, kadrolar arasında fark yok. Abdülkadir Aksu ANAP'ta yıllarca bakanlık yaptı. ANAP'tan içişleri bakanlığında en çok kadrolaşma yapan bu adam. Aynı kadrolar AKP'den kadrolaşma yaptı. Diğer bir kadrolaşma iddiası milli eğitim bakanlığında. Bu adam TBMM'ye DYP'den girmiş, adam DYP'de zararsız da, AKP'de mi zararlı? 
(...)
Sayfa 57:
Soru: Ama sağın nüans'ları var.
Cevap: Değişim öyle nüanslarda oluyor, çok fark yok ki. Bugünkü hükümette birçok bakan Anavatan'dan... Cemil Çiçek, Anavatan'dan...
(...)
Sayfa 60:
Anayasa Mahkemesini ortadan kaldıramazlar. Herkes bir şey isteyebilir ama yapılır yapılmaz. Şimdi Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Haşim Kılıç tartışılıyor.
(...)
Sayfa 61:
Bu hükümet iktidarda 10 sene kalırsa Anayasa Mahkemesi'ni değiştirebilir; ama hemen yapamaz. Gerçi değiştiremezler ya, diyelim ki 10 sene iktidarda kaldı, değiştirdi. Yeni Anayasa Mahkemesi varolan Anayasa'yı yok mu sayacak? Hayır böyle bir Anayasa yok, ben buna inanmıyorum mu diyecek? Yerine Kur'an-ı Kerim mi koyacak?
 (...)
Sayfa 61:
Mesela; Bush Amerika'yı mahvetti, rezil etti, ama bir tane psikopat her zaman çıkabilir.
(...)
Sayfa 66:
Soru: İstanbul'daki trafik sorunu nasıl çözülür?
Cevap: Dünyanın bütün büyük metropollerinde trafik sorunu var. 
(...)
Sayfa 69:
ÖZELLEŞTİRME BİR HATA MI?
(...)
Sayfa 72:
Niye beni işten çıkarıyorlar, onu işten çıkarmıyorlar? Yarın Sabah gazetesinin işleri kötü gitse, yazılarım okunmasa beni kapıdan atarlar, onu niye atamıyorlar? Üstelik benim maaşımı Turgay Ciner, onun maaşını devlet veriyor. Onun ne hakkı var bunu yapmaya?
(...)
Sayfa 75:
MEDYANIN YABANCI SERMAYEYE AÇILMASI
(...)
Sayfa 76:
İşte Asil Nadir, hem sanayi yatırımları vardı hem medyası vardı adamı paramparça ettiler.
(...)
Sayfa 76:
Turgay Ciner'e sordum, o farklı açıdan yaklaştı. Yarın öbür gün çok stratejik meseleler olduğu zaman nasıl yayın yapacaklarını bilemeyiz, dedi. Ben dedim ki, kurumlar kurulur, yargı yetkileri olur, bunlar gereğini yapar. Ben Türkiye'de medyanın çeşitlenmesini, medyaya daha çok sermaye girmesi, medya kuruluşlarının güçlenmesi, daha kompetitif olması gerektiğini düşünüyorum. Bu herkes için iyi bir şey, reklam veren için iyi bir şey, televizyon seyircisi için iyi bir şey, medya çalışanları için çok iyi bir şey.
(...)
Sayfa 81:
Soru: Siz kaçamak yapıyor musunuz?
Cevap: Hiç yapmam...
(...)
Sayfa 81:
Soru: Toplumda büyük bir sıkıntı var, erkekler de sürekli kaçamak yapıyor?
Cevap: Kadınlar da yapıyor. 
Soru: Evet kadınlar da yapıyor. Ama Türkiye'de kadınlar yapmadıklarını iddia ediyorlar.
Cevap: Öyle bir iddiaları yok. Sadece daha profesyonel yapıyorlar bu işi, ortaya çıkmıyor.
Soru: Üst kesim kadınlardan mı bahsediyorsunuz?
Cevap: Hepsi yapıyor, alttakiler de yapıyor. Sonra işlenen cinayetleri her gün gazetelerde okuyoruz.
(Hande Altaylı: Güzel kadının iffetli olması çok daha zor
(...)
Sayfa 83:
Soru: Çapkın değil misiniz?
Cevap: Değilim.
(...)
Sayfa 86:
Soru: Ulusalcı dediğiniz kesim?
Cevap: Bunun içinde İşçi Partililer de var. Yekta Güngör Özden gibiler de var, cumhurbaşkanımız da var.
(Sezer: 'Türk basını ülkeyi kötüye götürüyor'
(...)
Sayfa 86:
Soru: Amerika'nın Yunanistan'a yaptırım uygulama gücü yok ki.
Cevap: Niye yok.
Soru: Parasal olarak sıkıntısı yok, Amerika'ya bağımlılığı yok, güçlü bir diplomasisi var, Avrupa Birliği'nin de eski üyelerinden. Biliyorsunuz ki, Amerika'ya zaman zaman kafa tutabiliyor. Rusya ile de iyi ilişkileri var.
Cevap: Fransa da Amerika'ya karşıt tavır benimsedi. Ama sonuçta ülkelerin Amerika'yı küçümsemesi dünya politikasında var olan bir şey.
(...)
Sayfa 91:
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ
Orada enerji meselesi hakikaten önemli.
(...)
Sayfa 86:
Soru: 50 -60 bin asker oraya geldi. Bizden de bir 50 - 60 bin asker aşağıya indi. O elli altmış bin asker, Türk askeri arasına sıkışmış olacaktı.
Cevap: İşte bu 'Metal Fırtına'da anlatılıyor. Amerika, Türkiye'de bir operasyon yapmak istiyorsa yapar. BM'de aleyhimize girişimler yapar, siyaseten o bölgede Türkiye'yi sıkıntıya sokacak adımlar atabilir, Kürtlere silah verir, Barzani'nin, Talabani'nin elini güçlendirir.
(...)
Sayfa 104:
TÜRKİYE VE AVRUPA
Avrupa Birliği ile ilgili meselede de bizim uzlaşmayı sonuna kadar denememiz lazım ama Avrupa Birliği "Güneydoğu'yu ayrı bir devlet haline getir" derse o zaman kalkarız masadan. Ben Hürriyet'ten ayrıldım ama bir günde ayrılmadım. Doğan Grubu ile uzlaşmak için Doğan Grubu'nun benim dik duruşuma destek verecek adımları atması için bir buçuk ay bekledim. Beklentilerimi anlattım sonra baktım ki ortada benim geleceğimle ilgili bir mesele var. O zaman vurdum kapıyı çıktım.
(...)
Sayfa 105:
Ben çocuğum olmasa, karım olmasa her halukarda Hürriyet Gazetesi'ne tekmeyi vurup, kalkar limon da satarım. Ama sorumlu olduğum insanlar varsa onları düşünerek hareket etmek zorunda kalıyorsun.
(...)
Sayfa 109:
Olayları derinliğine araştıracak muhabir kalmadı, kalanlar da küskün benim gördüğüm kadarıyla, çinkü buradaki skalayı daha bilmiyorum ama Hürriyet'te19 - 20 senelik muhabirler 1, 1,5 milyar maaş alarak çalışıyorlar.
(...)
Sayfa 110:
Geçen gün burada Doğan Grubu ile Ciner Grubu arasında bir ücret karşılaştırması yaptık. Muhabirler açısından Ciner Grubu daha iyi durumda, muhabirlere daha fazla para veriliyor. Doğan Grubu ise yönetici ve üst düzey çalışanlara daha fazla para veriyor.
(...)
Sayfa 112:
Şöyle söyleyeyim, kızlardan ötürü sorun yaşayan çok gazeteci olduğunu biliyorum. Mesela, Vuslat Sabancı, Hürriyet'te olayı dengeli götürüyor ama Hanzade Doğan'ın varlığı, Milliyet'te ciddi sıkıntılar yarattı. Mehmet Yılmaz onun yüzünden görevden ayrılmak zorunda kaldı, görevden alındı. 
(...)
Sayfa 112:
Ben ayrılırken Aydın Bey'e de, Vuslat Hanım'a da, Ertuğrul Özkök'ün kıymetini bilmelerini söyledim. Çünkü Ertuğrul Özkök dengeleri çok gözeten bir adam. 
(...)
Sayfa 114:
Ertuğrul Özkök'ün, Hürriyet'i, Almanya'da çıkan Bild gazetesine benzetmek niyetinde olduğunu biliyorum ama her ülkenin kendine özgü koşulları var.
(...)
Sayfa 115:
Ama Bild, Almanya'da saygın bir gazete değil, tirajı çok yüksek; ama paçavra muamelesi görüyor.
(...)
Sayfa 115:
Soru: Başbakanımız geçenlerde, Kanal 7'nin eski muhabirlerinden Mehmet Akif Beki'yi Başbakanlık Sözcülüğü'ne atadı. Onun yerine Fatih Altaylı'yı atasaydı daha iyi olmaz mıydı? Zaten o günlerde çalışmıyor gibiydiniz.
Cevap: Çalışmıyor değildim ama... 
(...)
Sayfa 116:
Mehmet Akif benim de arkadaşımdır, yıllardır tanırım ama şu var ki orada daha iyi bir yaklaşım sergilenebilirdi.
(...)
Sayfa 118:
O günlerde Pakize Suda, Doğan Grubu'nda çok güçlü olan Uğur Dündar hakkında bir yazı kaleme almıştı. Uğur Dündar da, Pakize Suda'ya yazı yazdırılmaması için hem Aydın Doğan nezdinde, hem Ertuğrul Özkök nezdinde girişimde bulunmuştu. Ben de Ertuğrul Bey ile görüşüp bunu engelledim.
(...)
Sayfa 120:
Bence Hürriyet'in başyazarı Ertuğrul Özkök'tür.
(...)
Sayfa 123:
"Türkiye'deki basın özgürlüğü, Avrupa Birliği ülkelerinin önündedir" yazdığım zaman bana patron yalakası diye kızıyorlar ama bu doğru!
(...)
Sayfa 124:
Soru: Türkiye'de demokrasi olmadığı düşünülüyor. Ama birtakım uygulamalar aşırı demokratik. Fransa'da genel yayın yönetmenleri belli stajlardan, belli güvenlik formasyonlarından geçerler. Ertuğrul Özkök stajdan geçmiş midir?
Cevap: "Evet, Ertuğrul Özkök stajdan geçmiştir" diye düşünüyorum ben.
(...)
Sayfa 125:
Dedim ki. "Aydın Bey, ben at suratlı bir adamım. Akşam insanlar eve yorgun argın geldiklerinde televizyonda motor gibi konuşan bir adam yerine güzel bir kadın görmek isterler.
(...)
Sayfa 126:
MEHMET ALİ BİRAND, KANAL D'NİN BAŞINA NASIL GETİRİLDİ?
Mehmet Ali Birand tarzı haber yapılırsa kimsenin izlemeyeceği, haber bülteninin içinde magazin olması gerektiğini, bunun Mehmet Ali Birand'a da zarar vereceğini söyledim. Ben köşe yazarıyım, köşeli bir adamım. Haber tarafsız olmak zorunda, ekranda ben "Uzan" haberi okurken, "Sayın Cem Uzan" dersem millet bir tarafıyla güler.
(...)
Sayfa 128:
Fakat ben bu haberleri onlardan değil de bir internet sitesinden öğrenince rahatsız oldum ve "Ben böyle bir ortamda çalışmam" dedim. Ayrılma kararını o gün, yani 19 Mayıs günü verdim.
(...)
Sayfa 129:
"Aydın Bey bir yola çıkmışsınız, başlamışsınız, herkesi bir kez daha rezil etmenin alemi yok. Mehmet Ali Birand size hayırlı uğurlu olsun, ben burada yokum" dedim. Kanal D'de haberlerden sorumlu icra kurulu üyesi olduğumu söyledi. Bunların içi boş şeyler olduğunu söyledim o gün Hürriyet'te yazımı yazmadım. 
(...)
Sayfa 130:
Bana daha fazla para vermeyi teklif ettiler. "Yüz bin dolar verelim" dediler. Son güne kadar teklif etmeyi sürdürdüler. Benim kapımın bunlara kapalı olduğunu, beni parayla teskin edemeyeceklerini söyledim.
(...)
Sayfa 133:
Fatih Altaylı başarılı bir isim ama Mehmet Yılmaz'ın başarıları tartışılır. 
(...)
Sayfa 133:
Soru: Siz köşenizi yazıyordunuz Hürriyet'te, onun için ayrı bir ücret mi ödeniyor?
Cevap: Hayır, böyle genel bir kontrat yapılmıyor. Her kuruluşta ayrı kontrat oluyor, Hürriyet'le, Kanal D ile, diğer kuruluşlarla ayrı ayrı kontratlar yapılıyor. Köşe yazısı için ayrı bir ücret, Kanal D için, radyolar için ayrı ücret alıyordum.
(...)
Sayfa 135:
Soru: Siz Turgay Bey'le anlaştınız. Turgay Bey size nasıl bir olanak hazırlaması gerektiğini, örneğin nasıl bir oda istediğinizi sordu mu? Sizin böyle meraklarınız var mı?
Cevap: Kanal D'de benim Audi S6 otomobilim vardı, aynı arabadan istedim. Bir hafta sonra geldi, ben o arabayı ısmarladım ama gelmesi üç buçuk ay dört ay sürecek, sana hazır bir araba alalım dedi. Ben "olur" deyince, o da başka bir araba aldı.
(...)
Sayfa 136:
Benim çok dostum var, yakın çevrem gazetecilik hayatım boyunca hiç değişmedi. Şunu gördüm ben, bazı gazeteci arkadaşlarımız, gazeteci olduktan sonra sınıf atlama çabasına giriyorlartüm çevrelerini değiştiriyorlar. Ben gazeteci olduktan sonra hiçbir dostum değişmedi.
(...)
Sayfa 139:
Van'da varlıklı, çok eski bir aile. Ama aşiret değiller. Mallar, mülkler, köyler falan var ama aşiretimiz yok.
(...)
Sayfa 141:
Babamın işi olsaydı devralırdım ama bizim ailede dedemden sonra kimse çalışmadı.
(...)
Sayfa 142:
Yani 1942'den beri ailedeçalışan kimse yok. Bir tek ben çalışıyorum.
(...)
Sayfa 142:
Dedem yurtdışında eğitim almış, okumuş bir adamdı, o yüzden gelenekselliğimiz falan yoktu. Namaz kılmaz, dini inancı olmayan enteresan bir adamdı.
(...)
Sayfa 142:
Soru: Boğaziçi Üniversitesi'ni bıraktınız mı?
Cevap: Bıraktım. Kalktım Amerika'ya gittim, okumak için bir süre Amerika'da kaldım. Baktım ki sıkılıyorum orada da okuyamayacağım. Döndüm burada Basın Yayın Yüksekokulu'na yani İletişim Fakültesi'ne girdim. Bir de çalışmak için Cumhuriyet Gazetesi'ne başvurdum.
(...)
Sayfa 142:
Hasan Cemal'e gittim: "Ben gazeteci olmak istiyorum" dedim. Hasan Cemal şaşırdı, damdan düşer gibi bir adam gelmiş, "İyi spordan futboldan anlar mısın?" dedi. "Galatasaray taraftarıyım ama futbol uzmanı değilim" dedim. "Peki ne yaparsın?" diye sordu. "İyi kayak yaparım" dedim. "Bize yaramaz. Yabancı dilin var mı?" dedi. "Fransızca, İngilizce biraz Almanca, çat pat İtalyanca" diye cevap verince spor servisinde çeviri yaparak işe başladım.
(...)
Sayfa 144:
GÜNEŞ BATARKEN GAZETECİLERİ TABANCA İLE TEHDİT ETTİ Mİ?
Bizden önceki yönetim Uluç Gürkan ve arkadaşları Ankara'daki binayı satmış, parayı da kendi tazminatları sayarak alıp gitmişlerdi. 
(...)
Sayfa 145:
Erdal Yılmaz'ın şoförü de kapının önünde oturuyormuş, belinde de tabanca varmış. Ben adamın ne tabancasını bilirim ne de kendisini. Onun belindeki tabanca benim tabancam olarak lanse edildi. Tamamen yalan. Ama böyle efsaneler yaratıyorlar. Orada yüzlerce insan vardı. Bir kişi çıksın,"Ben Fatih'in elinde tabaca gördüm, bana silah doğrulttu" desin. O zaman aynı gazetede çalışmamıza rağmen Emin Çölaşan'ı mahkemeye verdim.
(...)
Sayfa 147:
SADAKAT FATİH ALTAYLI İÇİN NE DEMEK?
Her tarafta mutlu bir evliliğiniz olduğunu söyleyeceksiniz, bir yandan da çapkınlık yapacaksınız. Kendinize de ayıp, eşinize de ayıp. Ben yalan söylemeyi başarabilen bir adam değilim. Bazen çapkınlık yapan arkadaşlarımın yerine koyuyorum kendimi; ne diyeceğim ben kadına...
(...)
Sayfa 151:
İnsanlar da beni okuduğu müddetçe yazmak istiyorum. Bir de Toscana'da ölmek istiyorum.
(...)
Sayfa 151:
EŞİNE HALA AŞIK, BUNU NASIL AÇIKLIYOR
Karım bana "Sen ruh hastasısın" diyor, belki de doğrudur. Ben zaman zaman karıma tekrar aşık oluyorum.
(...)
Sayfa 154:
Normalde sabah altıda kalkarım. Haftanın birkaç günü sabahları yedi buçuğa kadar golf oynarım sonra işe giderim, eğer golf oynamazsam yedi, yedi buçukta işte olurum.
(...)
Sayfa 154:
Kızımı okula hazırlıyorum. Cumartesi günü genelde evdeyim.
(...)
Sayfa 154:
Evet iyi yemek yemeyiçok severim. İyi yemek yerim. Arkadaşlar sen 100 kilo olmalısın derler. Hakikaten yemek yapmayı da seviyorum. Yemek yedikten sonra, hatta bazen bir işkembe paçacısı kursam ya da Paris'teki ünlü aşçılık okulu "Le Cordon Blue"ya gidip dokuz ay kurs alsam mı diye düşünüyorum.
(...)
Sayfa 155:
Kemer Country'de oturuyorum. Daha önce Bebek'te oturuyorduk; sonra çocuk olunca mahalle ortamında büyüsün diye oraya taşındık.
(...)
Sayfa 155:
4500 tane kadar Longplay'im, bir o kadar sayıda CD'im var. Karımla aramızdaki bir farklılık var; ben rock müzik hastasıyım, karım Türkçe pop'u daha çok seviyor. 
(...)
Sayfa 156:
Bizim evde hiç para pul konuşulmaz. Zaten Hande'nin müthiş bir geliri yok. Reklamcıyken de vasat bir geliri vardı. Şarkı sözü yazdı; Türk müzik piyasası dolandırıcı dolu. Alması gereken 63 bin dolar para vardı; aldıysa 10 - 15 bin dolar para almıştır. Ama bizim kasamız ortak kim ne kazanırsa ortaktır. Bazen "Senin bir ayda kazandığını, ben on beş dakikada kazanmıyorum" dediğim zaman bana kızıyor; "Ben senden akıllıyım" diyor. "Niye?" diyorum, "Sen eşek gibi çalışıyorsun, ben fazla çalışmadan senin paranla senden daha iyi yaşıyorum" diyor.
(...)
Sayfa 157:
Soru: Peki evde televizyon seyrediyor musunuz?
Cevap: Bizim evde televizyon yok diyebilirim. Bir tane televizyon var. Evin en alt tarafında duruyor, bazen haftalarca açılmaz. Şimdilerde yeni seyrettiğim bir iki dizi var. Geç saatlerde onları seyrediyorum. CNBC-E'de "Desperate Houswifes" ve "X Files". Bir de "Sex and The City"yi seyrderdim. "Asmalı Konak" varken, Hande onu seyrederdi.
(...)
Sayfa 158:
Hepsi okumuş kültürlü bir toplum yaratırsanız sokağı kim süpürecek, köprüyü kim boyayacak, inşaatı kim yapacak. Ama Türkiye'de 1 milyon tane okumuş adam 100 bin çok düzgün adam olsa Türkiye'yi götürür. Amerika'yı da bunlar götürüyor. İngiltere'yi de bunlar götürüyor.
(...)
Sayfa 159:
Düşünün yani Kemal Derviş gibi bir adamınız var sizin, adama karşı nefret taşıyorsunuz. Adam kaçmak zorunda kaldı, kaçırdık. Türkiye'nin sorunu bu, elitini bir yere getiremiyor.
(...)
Sayfa 159:
Soru: Peki sizin en son okuduğunuz kitap ne?
Cevap: "Benim Hüzünlü Orospularım". Marquez.
(...)
Sayfa 160:
Atıyorum, Sabah Gazetesi'nde 1500 kişi çalışıyor. Bu 1500 kişinin içinde ahlaksız, hırsız, şerefsiz biri varsa yakalamanız şansa kalmış.
(...)
Sayfa 162:
Bakın Hıncal Uluç, Gamze Özçelik olayı için "Su testisi su yolunda kırılır" diyor. Aynı şeyi Reha Muhtar, Nazlı Ilıcak da söylüyor. Ben de diyorum ki, "kerhanede bir kadınla yatsan bile onu çekip yayınlamak saygısızlıktır. İnsan beraber olduğu birine saygı göstermeli, bu rezilliktir" diyorum. "Ama Gamze Özçelik de hak etti" deniliyor. Niye hak etti? Şimdi bunları söyleyenlerin görüntüleri yayınlansa hoşlarına gider mi? Ece Gürsel diye bir kadın var onun görüntüleri yayınlansa Hıncal Uluç'un hoşuna gider mi? 
(...)
Sayfa 163:
KIZI HANGİ MESLEĞİ SEÇERSE ÜZÜLÜR?
(...)
Sayfa 165:
Ama belli olmuyor, yarın gelip bana "manken olacağım" derse üzülürüm biraz. Manken olmaya kalkarsa bu onun başarısı olmaz; bu annesiyle benim başarım olur. Biz becermişiz onu güzel yapmışız. Kendi yeteneğiyle hayatını kazanmasını tercih ederim.
(...)
Sayfa 165:
Soru: Başka çocuğunuz yok. Peki olacak mı?
Cevap: Ona annesi karar verir. Ben "beş çocuk yapalım" diyorum. "Beş çocuk babası olmayı ben de isterim diyor" diyor.
...
KİTAP ANALİZ
Aileden zengin ama "spor" olsun diye medya işine bulaşmış, iş'liyor.
Kayıyor, yüksek atlıyor, sabah kahvaltısından önce golf sopası ile top'a vuruyor.
Meşale ile boyum kadar puro yakıyor, VİP tribün yangın yeri!:))
Hobisi yazmak.
Cesur, korkusuz bir gazeteci.
Eşini hiç aldatmamış, çok seviyor. 
Yalan söylemeyi beceremiyor.
Zengin ve babası hiç çalışmamış bir aileden geldiği halde, Ciner'in verdiği kol saatini kabul ediyor.
Anlatırken, Ciner'e de Doğan'a da kol saati takacak kadar varsıl'mış gibi bir havası var.
Sonrasında "çalışmazsam aileme kim bakar" diye konuyu şark'i ağlak üsluba bağlıyor.
Laik insan zekasına hakaret.
Misal: Hürriyet'e borcunu ödemek için içinde oturduğu evini satıyor.
Zengin bir adam neden evini satsın!?
Hesabından çeker öder, aynen eşine ev alması için havale yaptığı gibi.
Oksimoron.
Kaldı ki; Doğan'dan da, Ciner'den de transfer parası almıyor, borcunu ödemek için ev satan gazeteci iken, bir anda lüks ev sahibi olan bir gazeteciye dönüşüyor!
Kemer Country'de bir villa, eşine lüküs jeep vb kim'in hediyesi?!
Az kazanan eşine 300 bin Euro'luk jeep alacak kadar çok kazanıyor, eşi de hobi olarak reklamcılıktan aşk yazarlığına terfi ediyor.
Anlatırken 'dik duruş'un bir bedel'i olduğundan bahsediyor ama Altaylı'nın dik duruş'tan anladığı yaşam tarzı, lüks yaşam'ı kaybetmeme histerisi!
Çap'tan düşme.
Aileden varlık görmüş biri hiç görmemiş gibi davranır mı?!
Misal, soruların en zalimi olan o en basit soru:
Hürriyet'e borcunu evini satarak ödeyen yazar, kaybettiği davaların tazminat'ını ödemek için bir şeylerini satmış mı, satmamış ise tazminat ederlerini kim'ler ödemiş?!
Demem o deme değil şu deme:
Fatih Altaylı'yı 'Kendi Ses'inden yek'e tek anlatan yazar, hem o gün'kü (20 Eylül 2005) anlatımı içinde tutarlı değil, hem de aradan geçen zaman içinde karizması derin çizik yemiş.
Hürriyet'ten, Kanal D'den nasıl gönderildiği hakkında "gerçek" bilgi sahibi değil, o hikaye çok farklı bir hikaye, bumerang.
Hürriyet'teki kapı'ya helal tekmeyi basıp çıkan gazeteci, Haber Türk'e tekmeyi basamıyor ise sebep sadece siyasi iktidarın baskısından kaynaklı olabilir mi ve/veya kol saati sorunsalı sadece bazı ak siyasilerden ibaret değil, medya'yı da etkisi altına alan büyük bir çürüme'nin parçası olamaz mı?!
"Saat kaç?!"
Yani?!
BOP kapsamında özetle hikaye şudur:
AKP'ye muhalefet etmeyi reddeden ve/veya kolpadan muhalefet yapıp gaz alan her gazetecinin arkasına sığındığı bir aile hikayesi vardı.
"Ailemin geçimini sağlamak için uyum sağlamak zorundayım" mavrası!
"Gazeteciler ne kadar çok kazanırsa o kadar özgür olur, dik durur" önermesi, ispat'a muhtaç bir lakırdı olarak kaldı.
"Üç maymun" medyası.
Aradan geçen zaman içinde görüldü ki, bu anlı şanlı gazeteciler ve aileleri lüks içinde yaşarken, BOP'eşbaşı AKP'ye muhalefet edenler sürünmüş?!
Onlar iyi gazeteci, biz'ler tukaka.
"Cici gazeteciler" akçasal değirmen ak'maya devam etsin diye üç maymun'a devam etmişler, ta ki Gülen ve Erdoğan arasındaki sert ayrışmaya kadar.
İsrail / İran makas'ı.
Yani?!
Altaylı'nın şahsımla ilgili yaptığı Ankara'daki dedikoduları, laf taşımaları geride bıraktım, kendi hikayesinden de anlaşılacağı gibi ne işi var, işini parasını kaybeder ise ne eşi var ne de güvenlikli bir geleceği...
Sözün özü:
Fatih Altaylı'nın anlatımından şu basit sonuç'lar çıkıyor:
1. İddia ettiği gibi zengin, cesur, dik duruş'lu bir gazeteci ise kendisine yazdırılmayan yerden (HT) istifa eder, bir blog açar, inandığı ne varsa oradan okur'la paylaşmaya devam eder, cesaret'ini ortaya koyar! Ne de olsa Uzan'dan korkmamış, imparatorluk yıkmış bir adam Erdoğan'dan neden korksun değil mi?! İsterse AKP'yi de yıkar, eğer izin verirlerse tank'ın üstüne dahi çıkar!
2. Fatih Altaylı için Türkiye'de inandığı türde yazı yazmak için şartlar uygun değil ise Paris ve/veya Pensilvanya üzerinden çok sert muhalif yazılar yazması da mümkün! 1997'de yurtdışına çıkan 2015'te neden çıkmasın?! Yazmak isteyen için her yer Pensilvanya! Varsıl bir gazeteci neden "Alo Fatih" diyalogları içinde ayağa düşürülsün!? "İstifa etmeyip sineye çekmesinin" sebebi, neticesi ortada.
3. AKP'ye "yüksek övgü" düzen, Silivri'deki esir gazetecileri ziyaret etmeyi reddeden, buna karşılık Öcalan'la Bekaa'da görüşüp gazetecilik yapan biri olarak Fatih Altaylı'yı bu dönemde, susturan, korkutan nedir?!  Yani paralel dinlemeden mukaddem özel hayat'a dair bir şantaj sözkonusu ise Altaylı cesur'ca ortaya çıkıp açıklamalı ya da neden Gülen'e döndüğünün makul ve mantıklı izah'ını yapmalı! Yapamayacak durumda ise gazeteciliğe mola verip Paris'teki aşçılık okulu'nun yol'unu tutmalı ve/veya Zaman'da Dumanlı yazabiliyor ise Altaylı HaberTürk'te niye yazamıyor?! HT'de çarpılamayan kapı ve/veya Hürriyet'te çarpılan kapı'nın etrafında dönülüyor ise Zaman, Stv, Bugün vb medyalar Altaylı için makul medyalar değil midir?! Merkez Medya'da karşı darbe adına yardım ve yataklık eden bir düzen'e yeni düzen'de izin verilir mi ve/veya izin verecek olan düzen'i nasıl düzerler vs bakmak lazım!
Hayat memat nüans bu.
Netice:
Sakin, dalgasız havada herkes kaptan, herkes gemici.
Görüldü ve anlaşıldı ki, BOP'ta "mış gibi"ye dayalı yani "part - time" dik duruş'lu süreç "24 saat"e dayalı zaman'lama üzerinden derin'leştikçe, "yek tek" birçok ünlü gazetecinin yaldız'ı, sırması sökülmüş, itibarları karşı darbecilerin ayakları altında paspas olmuş.
Ufuk Güldemir, Güneri Cıvaoğlu, Emin Çölaşan, Uğur Dündar, Oktay Ekşi, Hıncal Uluç, Hasan Cemal, Fehmi Koru, Fatih Çekirge, Yılmaz Özdil, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Sedat Ergin, Fikret Bila, Zafer Mutlu, Ertuğrul Özkök, Nuri Çolakoğlu, Fatih Altaylı ile devam ediyor, geriye düşüş.
Laik yaşam tarzı, çağdaş demokrasi ve/veya özgürlüğe dayalı gazetecilik 'merkez medya'dan düşmüş ise sebep sadece AKP iktidarı olmasa gerek.
Kanmak istemeyeni hiçbir güç kandıramaz.
Gazetecilik, köşe'lerde, oda'larda yan gelip yatma mesleği midir?!
Değil ise sorun nerede?!
Üretmediğini tüketme, talep etmek hastalığı!
Literatürde "O yaptı, ben de tahrik oldum yanlış yola saptım, ihanet ettim"e dayalı kolpa çok olsa da, o bahane'ye ceza indirim'i var mı?!
İsrail / İran makas'ı kapsamında, takas / makas zamanlar.
Vs vs vs.
Not: Altaylı'nın kızı manken olursa üzülürüm, neden? Babası o zaman kalem'ini boş yere iktidara yatırmış, karşı devrimcilerin hizmetine sunmuş olur. Evlat, eş, anne, baba vb adına yapılan her türlü raydan çıkış, aldatış, döner dolaşır kişinin kendi itibarını vurur. Haydan gelen para, huy'a gider. Çocukluğunda zihnen ve ruhen yanlış beslenen çocuk, büyüyünce ne yedi ise onu ortaya koymaz mı?! Allah isterse "ol" der ve olur, onun için iliştirilmiş gazetecilik gibi Yaradan'lığa soyunup şirk'e batanlardan olmamak elzem. Altaylı gibi AKP'yi Gülen'i hem Yaradan'ın hem de devlet'in yerine koyup tapınmak'tan kaynaklı ciddi bir güvenlik açmaz'ı var. Gazeteci ölümlü fanilere tapmaz, tapınmaz, sorgular, işi budur. Kimseye gazetecilik dersi verecek değilim, "bu mesleği bilenler, mesleğe ihanet ettiler" deyip bu bahsi kapatalım.
Nokta.
...
Ve...
Son olarak...
OKUR GÖRÜŞ
Oraculum: 
Hayrullah Bey, biraz geç oldu ama yeni yılınızı en içten dileklerimle kutlarım. Yani yıl inşallah sizin, bizim ve Türkiye için yeni ufaklar açar. Son yazılarınızdan birinde günlük bir gazetede köşe yazılarınıza başlayacağınızı söylemiştiniz, bu konu ne oldu, bilgilendirirseniz sevinirim.
Yazılarınız gerçekten bilgi, emek ve özveri eseri fakat bizim gibi “sıradan” okurlar bazen konular, olaylar, sonuçlar arasında rabıta kurmakta zorlanabilirler, bu bakımdan yazılarındaki olay örgüsünün biraz daha biribiriyle irtibatlandırılabilir olması hem sizin daha çok da bizim açımızdan iyi olur diye düşünüyorum.
Ayrıca yazınızda sürekli vurguladığınız “LARP” ünleminin, somutta bir karşılığı var mı, bilemiyorum, ya da ben görmekte zorlanıyorum. Son MGK toplantısında anlı şanlı “paşaların” duvarda Atatürk olmadan nasıl rahat rahat koltuklarında kaykıldıklarını gördük. Bana göre eğer bir LARP olacaksa bu bizim LARP’ımız olmayacak, böylesi Türkiye’nin özellikle 50’den sonraki kısır döngüsünden çıkamaması demektir ki bu durum Türk Halkı’nın motivasyonu için yıkım olur diye düşünüyorum. 
Hedefimizin, Atatürk Cumhuriyetini; Laik, Demokratik, Sosyal ve Hukuk devletini tam anlamıyla hayata geçirmek olduğunu düşünüyorum. CHP ve MHP’nin hali ortada, bir Anadolu Partisi kuruldu, bir HEPAR var, İP var, bilmem kim var, bazen bu kadar partinin kurulmasının bir “oyun” olduğunu düşünmüyor değilim, sonuçta kim kimi “fonluyor” biz “sıradan” okurların bunu bilmesine olanak yok.
Aklın yolu bir: Türkiye’de kurtuluşun; Türk Milliyetçilerinin (laik), Atatürkçülerin, Türk Sosyalistlerinin ve bu ülkenin birliğinden yana olan laik kürk kökenli yurttaşlarımızı da kapsayacak bir üst yapı ile siyaseten de çözülebileceğini düşünüyorum. Aralarına bir hayli de genç almaları şartıyla tabii. (GEZİ)
Yazılarınızı takip eden sadık okurunuzdan selamlar, sevgiler, saygılar.
ELCEVAP:
Sayın Okur,
İlgi katkı için teşekkürler.
1. Medya'ya dönüş için şartlar olgunlaşıyor. Benden yana sorun yok, ayak basacağım zemin'de temizlik çalışması vs.
2. Konular arası "rabıta" için yazıda örgü şart. Yazı örmeye kalktığım an bu kadar geniş açı'dan bakmak mümkün değil! Tek konu seçmem gerekir. Bundan sonra daha titiz olurum, elimden geldiğince. Kaldı ki, medya işi güncel'e dönünce genel bakış yayın'ın tamamında olacak, yorum'da tek konu eskiden olduğu gibi.
3. BÜYÜK RESİM'e bakılınca, Türkiye de bu gezegendeki bir parça ise Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belli demek mümkün. Misal, Cengiz Çandar 28 Şubat'ta olduğu gibi geri çekildi, nüans şurada: Bu defa kendi isteği ile geri çekildi vb. Parçaları bu şekilde eşlemek mümkün.
Hasılı:
Larp?!
zarf
1. zarf Ansızın
2. Güçlü bir biçimde
Yani?!
Uzun yol'dan geliyorum, bildik hikaye.
Bir anda bastıran yağmur gibi, bir anda ortaya çıkan heyelan, çığ gibi.
HAARP.
LARP'ın eş'zamanlı birkaç faz'ı var, yek tek içinden geçiyoruz zaman'ın.
1 Mart 2003 / 2007 Nisan / 2012 Çankaya güncesi?! 
Yüksek demokrat gazeteci Alper Görmüş, emekli Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen 3 bin sayfalık günlüğü, mahkeme çıkışında bir arkadaşının ekmek fırınına götürüp yaktığını söyledi.
(Aytaç Yalman da F cunta'nın tuttuğu günlüğü tersten doğruladı.)
Görmüş'ün bakış açısı'na göre "Darbeler beş nedenden ötürü yapılmamış"!
1. ABD'nin, NATO'nun desteği yok (Peki ya bugün!)
2. Ekonomik kriz korkusu (Yüzde 222'lik süreç! Şartlar zorluyor!)
3. Medya desteklemiyor (Peki ya bugün medya patronajı, sermaye ne durumda!)
4. Kamuoyu desteklemiyor (Dinleme, özel hayatın kalmayan güvenlik'i herkes'i bıktırdı! PKK, El Kaide vb. Öcalan'ı ip'ten AB aldığına göre saf'ı belli, Barzani malum NATO / Londra saf'ında.)
5. Subaylar rahatsız ama onlar da darbe yanlısı değil (Silivri kumpası sonrasında rahatsız rahat kalmış mıdır?)
Gördüklerinizin yarısına.
"Kelebek etkisi" ve/veya "kaos teorisi" nedir, ne değildir?!
Nüans şurada:
Neo Saddam Menderes RTE'nin yerine yapışık kellesinin düşme vakti ve/veya Bush'gillerin dönüşü ile gündem'de Acem harp de var!
5. kol faaliyeti her yerde ve/veya Acem destabilizasyon.
Neo Mısır patlaması.
Laik LARP.
Çankaya'ya bir simya'cı elzem.
Selam ve saygı ile.

5 Ocak 2015
Hayrullah Mahmud

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder