7 Ocak 2015 Çarşamba

Merkez Medya'nın Yobaz'ları ve/veya Sultanahmet'teki "haber"i saklayanlar, Paris'teki haber'i saklayabilir mi?!

Merkez Medya'nın Yobaz'ları ve/veya Sultanahmet'teki "haber"i saklayanlar, Paris'teki haber'i saklayabilir mi?!

(ya da Saddam'ın Enformasyon Bakanı kim'di ve/veya Kıyamet'te Neo Saddam'ın medya'sının 1'nci sayfalarını kim yönetiyor?!)

“Özel maksatla neşriyat yapan bazı gazetelerin, halkın ekseriyeti üzerinde yaptığı tesir, her memlekette olduğu gibi o gazetelerin lehinde değildir.”
Atatürk
...
DURUM
Ertesi gün bakış'ı?!
Birinci sayfalar önemlidir.
Hangi medya grubu, hadise'ye nasıl yaklaşmış?!
(Gazeteport tembellik yapmış, sayfaları yüklememiş, biz de her gün düzgün güncelleme yapan yerden aldık ön sayfaları.)
Demem o ki:
Hürriyet, birinci sayfa sağ etek üzerinde 2 sütun 5 santim görmüş haberi:
"Bombalı saldırı!"
Yani?!
Haberi saklamış.
Sabah, 2 sütun 10 santim "Amerikan gazeteleri"nin "sağ'dan manşet" dedikleri "logo yanı"ndan görmüş terör eylemini.
Tepeden bakmış, küçük görmüş. 
Milliyet, HaberTürk manşet'ten AKP'yi ak'layarak görmüş.
"Canlı bomba şehit etti" Milliyet'in manşet'i.
"Canlı bomba tanıdık" HT'nin manşeti.
Sözcü, masa üstü gazete olduğundan, ön sayfa'da yok öyle bir şey.
Zaman, sağ manşet denilen yerden, logo yanından düz vermiş haberi:
Sultanahmet'te bombalı saldırı: 1 polis şehit
Demem şu ki:
Yaşanan terör eylemi, Tv'lerde 19 Ana Haber yayın saati öncesine ait.
Yani "prime time" kuşağı öncesinde yaşanmış, çok sıcak, gazeteler için çok erken saat.
Kaldı ki, internet siteleri, tivit alemi zaten çoktan geçmiş düz haberi.
Yani?!
So what?!
"Hepiniz oradaydınız ulan" vaziyetleri.
"Terör'e prim vermemek için haber'i küçük gördük" demek mümkün, ne var ki, gazetecinin işi bu değil!
Milli güvenlik'i ortandan kaldıran bir siyasi iktidar'ın sabah'ında olması gerene birinci sayfalar bunlar mıdır?!
Kaldı ki, bu çağ'da "sen kimsin ki, haber'i saklama hakkını kendinde görebiliyorsun!"
Haber'i yayın politikası gereği vermemek ayrı konu, saklamak laik insan zekasına hakaret!
Sedat Ergin, Sultanahmet'i tek sütun görse, ertesi günkü Paris katliamı kaç sütun?!
Büyük Resim'e bakıldığında IŞİD de bir terör örgütü.
Dünya alem o terör örgütü ile mücadele etmek için saf'laşmış.
Elde kılıç ile kesilen kelleleri de veren aynı merkez medya değil mi?!
O kanlı haber'se, peki ya saklanan bu haber?!
Yani?!
Hürriyet'ten Sedat Ergin "ilkesel duruş" diyerek sıyrılamaz!
Sabah'ta davul boynunda asılı Erdal Şafak, tokmak elinde olan Hıncal Uluç, ciddiyet'ini kaybetmiş neo lale devrinden kalma hikaye, geçtik onları.
Türk Medyası'ndaki lüküs yaşamdan mukaddem ego'nun fesadı "kibir", girilen yol'un sonunda çok acı getirir!
Keşke, "bu haberi görmüyoruz" demekle, hikaye saklanabilse.
Her şey bir anda Alice Harikalar Diyarı'nda pembeliği'ne bürünebilse.
11 Eylül'de ikiz kuleleri vurdular, ekrandan canlı, Pantagon'a çok sert daldılar.
Neo Saddam'ın enformasyon'dan sorumlu bakanı'nın adı neydi ve/veya birinci sayfalardan sorumlu editör'ler kim'ler?!
Cevabı aranması gereken basit soru şu:
Türkiye ne zaman Irak oldu, nasıl oldu?!
Sanki medya'ya başlıkları Saddam'ın Enformasyon Bakanı El Sahaf atıyor, attırıyor.
Sözün özü:
Anlamak istemeyeni hiçbir mantık ikna edemez.
Sedat Ergin, Ankara'da başarılı bir temsilci idi.
Aynı zamanda kabız bir yazar olsa da, yazdığı okunan bir "haber analizci" idi.
Fikret Bila da iyi bir Ankara Temsilcisi idi.
Yazdığı takip edilen bir köşe'nin de sahibi.
Bu ikili meslek'te yükseldi, genel yayın yönetmeni oldu.
Şimdi bu ikili hem başarısız genel yönetmen oldular, aynı zamanda da okur, iki yazar kaybetmiş oldu.
"İşletme mantığı"na dahi ters bir inisiyatif kullanımı sözkonusu.
Peter'in Prensipleri'ne göre başarısızlık nokta'sını gördüler, zirve'de jübile zamanı.
Ya yaparsın ya da gidersin!
Vatan parçalanma eşiğinde.
AKP iktidarında ise bir adam ne kadar başarısız olursa, o oranda yükseltildi, netice ortada:
Ayaklar baş vs.
İş yapmak sorun çözmek diye tarif edilse de, merkez medya'nın salkım saçak hali ortada.
Hala mı şarap, şampanya yazıları!
Ne var ki, küre patlamaya hazır şampanya mantarı kıvamında.
Makam'ın hakkını veremeyenler, Çankaya başta olmak üzere her yerde:
(Davutoğlu, Fidan, Ergin vb.) 
Kendi sorununu çözemeyen, işini vasat'a göre dahi doğru yapamayan bir merkez medya konuşlanması, AKP'yi nasıl iktidardan yollayacak, "milli güvenlik" kapsamında vatandaş'ı doğru bilgilendirecek?!
Hayat memat nüans şurada:
Satır atlarsan ölürsün.
Netice:
Okur Görüş?!
Özgürce:
Yıl 1986, şehir dışında bir lojmanda oturuyoruz. Lojmanda yeşil alanlar, spor sahaları var.
Bir gece eşim ve komşu hanım yürüyüşe çıkmıştı. Bir köpek havlamış, uzaktan saldırmış.
Komşu hanım köpekten çok korkuyor. Tepkisi şöyle;
Hoştunuz, hoştunuz!..
Köpek takmayıp, hırlamaya devam edince yerden bir taş alıp (sanki suda yüzdürür gibi) fırlatırken, komşumuz haykırıyor…
Al sana bir taşşş!..
İşte aynen böyle.
Bunlar da; bırakın terörle mücadeleyi bir köpekle bile mücadele etmez, edemez!..
Turan Varlık:
Fransa da iran- İsrail ayrımında!!!!!
Ustr Ümit Türk:
 "Sultanahmet'te polise yönelik saldırıyı gerçekleştiren Elif Sultan Kalsen, 2012 yılında CHP tarafından mağdur ilan edilmiş ve kollanmıştı. " ?!
Çolak Ali:
Hain
Koray Alper Tatar:
İki deli?!
Bu anlamda bir fıkra:
Akıl hastanesinden “iki deli” kaçmış.
Doktorlar, polisler, hemşireler her yeri aramışlar fakat bulamamışlar.
Derken akşamüzeri deliler geri dönmüş.
Doktor merak etmiş ve heyecanla sormuş:
“Sizi kaçtı zannettik, kaçmadınız mı?
Delilerden biri sakince cevap vermiş:
“Yok bugün provasını yaptık, yarın sabah kaçacağız!”
(…)
Demem o deme değil şu deme:
Ayandon?!
Gerçek zamanlı büyük savaş’a mek parmak kaldı.
AKP & Gülen’in mecburiyetlerinden kaynaklanan sebeplerden dolayı adım adım büyük bir savaşın, bataklığın içine doğru sürükleniyoruz.
Destabilizasyon!?
“1 Numara sorunsalı” aynen devam ediyor.
Bu noktada cevabı aranması gerekli soru şu olmalı:
“Türkiye’yi kim karıştırıyor?!”
HM
Ezcümle:
İsrail / İran makas'ı çok sert.
Şakası yok!
Suikast?!
Neo 1993.
Neo 11 Eylül.
Nüans şurada:
Sultanahmet'teki "canlı bombalı" terör saldırısının nedenlerini vatandaş'a doğru aktarmayan medya, derinleşerek devam eden kaotik süreç'te yaşanacak kanlı olayların da baş'sorumlusu olmaz mı?!
Kaos derin'leşerek ilerliyor.
Dün Sultanahmet'te canlı bomba patladı, ertesi günki merkez medya haberi sakladı, eşzamanlı Paris'te mizah dergisinde katliam yaptılar.
Neo Roma'da kanlı noel.
Laik yaşam tehdit altında!
Sorumlu, Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı, Sedat Ergin gibi şarki editör'lerin işlerini işlerine geldiği gibi yapması yüzünden olabilir mi?!
Nokta.
...
Final süreç'i: Kanlı Noel?! 
Fransa'nın başkenti Paris'te mizah dergisi Charlie Hebdo'nun merkezine silahlı kişilerce saldırıldı. En az 10 kişinin ölümüne neden olan saldırganlar kaçtı. Dergi daha önce Hz. Muhammed'in karikatürlerini yayımlamış ve tepki toplamıştı.
Sultanahmet’teki canlı bomba olan kadının cenazesi için adli tıp kurumuna gelen 6 kişi polis tarafından yaka-paça gözaltına alındı. Gruptan bazıları, ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ şeklinde slogan attı. Gözaltına alınan grup sorgulanmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü.
...
Kitabın adı: Bazen Turuncu, Bazen Kırmızı Devrim
Yazarı: Mehmet Beşeri
Togan yayıncılık
Kasım 2010
215 sayfa
15 TL
(…)
Sayfa 63:
Mehmet Ali Birand da, “İstanbul o kadar güzel bir şehir ki, Türkler’e bırakılmayacak kadar” diye yazmadı mı? (Rauf Denktaş’ın bir kokteylde bu Mehmet Ali Birand’a niçin ‘Orospu çocuğu’ dediği şimdi daha iyi anlıyorum.”
(…)
Sayfa 86:
Eylül 1946’da, CHP’li Recep Peker Hükümeti, 1 Dolar’ın 2 lira 80 kuruş olduğunu açıkladı (DP’nin geliş süreci.)
(…)
Sayfa 88:
Bu Ertegün sülalesi ayrı. (Abdullah Gül ailesi ile Ertegün ailesi arasında bir bağ yoksa ben eşeğim.)
(…)
Sayfa 90:
(DP’nin Savunma Bakanı) Albay Seyfi Kutbek: “Hiç merak etmeyin, teşkilatımıza haber saldım. Ordu elimizdedir. Hiçbir şey yapamazlar” diyerek endişeli yüreklere su serpmiştir.
(…)
Sayfa 94:
ABD devalüasyon yapmasını istemedi ama Menderes’in istediği 300 milyon dolarlık krediyi de vermedi. Bu DP iktidarına, ABD’nin gerçek yüzünü göstererek vurduğu ilk darbeydi.
(…)
Sayfa 98:
4 Ağustos 1958’de “ekonomik istikrar kararları” alındı. Türk Lirası, dolar karşısında yüzde 300 devalüe edildi. ABD, 359 milyon dolar yardım verdi. Bunun da 92 milyon dolarını alacakları için peşin kesti.
(…)
Sayfa 100:
Almanya’ya büyük ümitler bağlandı. “649 milyon mark kredi isteyeceğiz” diye Alman Bakan Erhard’ın önünde bir takla atmadığımız kaldı. Netice, ne olacak, 30 milyon ancak verdiler.
(…)
Sayfa 103:
CIA ve MAH (o zamanki MİT) aynı binada çalışıyor.
(…)
Sayfa 104:
Demokrat (!) Batı, dünyası ve ABD, anında 27 Mayısçıları tanımış, destek vermişlerdir. 48 saat içinde 31 ülke bu olayı alkışlamış, onaylamıştır.
(…)
Sayfa 105: 
27 Mayıs’tan sonra Türk Ordusu’ndan 7200 subay emekliye sevk edilmiştir.
(…)
Sayfa 110:
Cumhuriyet Gazetesi, 1930 – 1945 arası Hitler’in kendi sesinden plağını okuyucularına promosyon olarak dağıtacak kadar Nazi hayranı ve yanlısı idi.
(…)
Sayfa 117:
12 Mart darbesinden sonra, Panama’da ABD üssünde eğitim görmüş subaylar vardı.
(…)
Sayfa 139:
Yiğit Bulut, üç yazara köpek dedi.
(…)
Sayfa 156:
“Katranı kaynatırsan olur mu şeker? Cinsini diktiğim cinsine çeker.”
Anadolu atasözü
(…)
Sayfa 177:
Arabın dediği gibi “Bukre inşallah ya hayye” gelecek sefere inşallah!
(…)
Sayfa 180:
(AKP’nin) Asıl hedef Türkiye Cumhuriyeti’ni bitirmektir.
(…)
Sayfa 187:
Atalar ne demiş: “Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapar!”
(…)
Sayfa 201:
Altan’ların, II. Cumhuriyetçi’lerin babası Zaman yazarı Graham Fuller:
“Misak-ı Milli’yi unutun, üniter devleti unutun!”
(…)
Sayfa 202:
Z. Brezinski, “Büyük Satranç Tahtası” isimli kitabında ortaya attığı tezi “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar güçlü Türkiye!” Özal bu gaza geldi ve öldü!
(…)
Sayfa 215:
Saros ne demişti:
“Türkiye’nin en büyük ihraç gücü ordusudur!”
...
Kitabın adı:  Bir Türk Casusunun Mektupları / Batı’da Seküler Düşüncenin Gelişmesine Katkı
Yazarı: Aytunç Altındal
Alfa kitap
146 sayfa
12 TL
(…)
Sayfa 110:
Türkiye’deki kavram kargaşası, sanıyorum, dünyada hiçbir ülkede yoktur. Türkiye’de hemen her konuda, her kavram üzerinde aklına gelen konuşur, tartışır. Dünyanın en kalabalık ve çok dilli ülkelerinden Hindistan ve Çin’de bile bizde olduğu kadar kavram kargaşası yoktur!
Türkiye’de birbirlerine karıştırılarak kullanılan kavramlardan ikisi “Yobaz” ve “Cahil”dir.
Bu iki kelime çokça bir ve aynı sayılarak kullanılır Türkiye’de.
Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, her “Cahil” (kişi) mutlaka “Yobaz” olmak zorunda değildir.
Yobaz eğitimli de olabilir.
Cahil bilgisiz ama keskin kanaatlere (opinions) sahiptir.
Hemen her konuda bu kanaatlerini dışa vurmak ihtiyacını duyar ve kendi bilgisizliğini çoğunlukla yanlış kullandığı kelimelerle açıkladığını sanır.
Ünlü Shelley’i anarak söylersek; Yobaz, Malapropizm (kavramları bozma) yaparak görüşlerini haklı çıkartmaya çalışır.
Cahil böyle değildir.
Bilim ve Bilgi’ye ulaşmak ister, başarır veya başaramaz bu ayrıdır ama içinde öğrenmek ve kendisini geliştirmek arzusu ve hevesi vardır.
Yobaz, Cahiller’deki bu isteği ve hevesi bildiği için bunu kullanmanın yollarını arar ve çoğunlukla da bulur ve Cahil’i kullanır.
Yobaz ‘Radikal’dir!
Hiçbir karşı-görüşü, anlatımı ve veriyi dikkate almaz, kendi ezberini tekrarlar durur.
Yobaz demagog ve mitomandır.
Söylediği yalanları gerçek sanır.
Eleştirileri dinlemez ve eleştirenleri eline geçirdiği ilk fırsatta en gaddar yollardan cezalandırarak kendisinin ne denli büyük olduğunu göstermeye çalışır.
Başarılı olabilirse kendi bilgisizliğini yaygınlaştırabilir ve her tarihsel, toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel ve dinsel gerçeği çarpıtmaya başlar.
Sonra ne mi olur?
Yobaz eğer devletin tepesine sıçrayabilmiş birisiyse vatanın parçalanmasına ve ulusun dağılmasına neden olur!
Düşman ülkeler daima böyle Yobazlar’ın rakip devletin başına gelmesini sağlarlar.
Böylelikle de rakip sayılan ve güçlü olan bir ülke kısa bir süre içinde paramparça edilebilir.
Tüm gücünü yitirir.
Yobaz ise derhal kulvar değiştirir ve ülkesini yıkan ve insanlarını köleleştirenlerin emrinde olduğunu beyan eder ve bu kez de onların adına onlardan fazla Yobazlık etmeye başlar!
...
Ve...
Son olarak...
Tek başına bir gemi?!
Cezâyirli Hasan Paşa, daha genç fakat heyecanlı bir levent iken, hep bir deniz cengini düşünürmüş. Yalvarmış, yakarmış reisine; aldırmış kendisini gemisine...
Düşman kadırgaları görününce, bizim Hasan’ı almış bir sevinç...
- Hele bir rampa olalım!
Diye yerinde duramıyormuş.
Önce kancalar atılmış, gemi tutulmuş, sonra halatlar bağlanacakmış ki... O da ne? Talihsizlik! Dalgalar iki gemiyi de salıncak gibi sallıyor. Kancalar kurtulmuş. Gemiler ayrılmış. Arkadaşlarının ardından gelmesini bekleyen Hasan, tek başına düşman gemisinde kalmış.
Durumu farkettiğinde iş işten geçmiş. Cesaretini kaybetmemiş. Kılıcını döndüre, döndüre sallamış.
- Bre çakallar, işte yek başımayım. Savulun Bre!..
20 düşmana karşı tek başına vuruşmuş. Birkaç yerinden yaralanmış, ama aldırmamış. Korkunç kılıç kullanıyor, düşmanı yıldırıyor, bezdiriyormuş.
Reis, uzaktan düşman kadırgasını gözlerken, kürekçilere kürekbaşı yaptırmış ama, istenilen çabuklukta hareket edemedikleri için Hasan’dan ümidini kesmişti.
- Ah, Hasan’ım diyordu. Şehit oluşun içimi dağlıyor.
Nihayet yaklaşabiliyorlar. Fakat o da ne!.. Hasan güverteden el sallıyor, avaz avaz bağırıyordu:
- Kadırga bizim oldu, Reis baba! Bir halat atın da limana çekelim!
Prof. Mim Kemâl Öke
Ezcümle:
“Yaşamı komedi sananlar, son espriyi düşünsünler.”
Seneca
Nokta.

7 Ocak 2015 
Hayrullah Mahmud

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder