4 Şubat 2018 Pazar

Ayır'Buyur?!


“Bir düşmanı yenerseniz, onunla çok fazla savaşmayın, yoksa bütün bildiğiniz numaraları ona öğretirsiniz”!
Napolyon
...
24
28 ŞUBAT’TAN DAHA DÜŞÜNDÜRÜCÜ BİR DÖNEM
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Türkiye’nin siyasi ve iktisadi krizin eşiğinde olduğunu iddia edip “28 Şubat’tan daha düşündürücü bir dönem başladı” ifadesini kullandı
http://www.ekoyes.com/siyaset/3-subat-2018-cumartesi-turkiye-gundemi--10704 
“Böl ve Yönet” taktiğinin Azeri Türkçesi’ndeki karşılığı:
“Ayır-Buyur Stratejisi”
Soru:
Büyük ermeni kürt devleti'ne giden yol'da hangi devlet ya da devletçikler "ayır buyur" kıskaç'ında?!
El cevap:
'Kelimeler doğru değilse, kavramlar da doğru değildir...
Kavramlar doğru değilse, mantık kurmak zor olur.
Mantık karışırsa, uluslar huzursuz olur.
Uluslar huzursuz olursa, toplum düzeni bozulur.
Toplum düzeni bozulursa, devletlerin varlığı tehlikeye girer...'
Konfüçyus
Nokta.
...
VAZİYET
İNGİLİZLER, FRANSIZLAR'LA DALGA GEÇİYOR:
İngiltere’de gizliliği kaldırılan Ulusal Arşiv belgelerine göre Fransa, İngiltere’ye 1956 yılında ’birleşme’ teklif etti. 10 Eylül 1956 tarihli belgeye göre, bir İngiltere hayranı olan dönemin Fransa Başbakanı Guy Mollet, Fransa hayranı olan İngiltere Başbakanı Anthony Eden’la Londra’da bir görüşme yaptı. İngiliz mevkidaşına, iki ülkenin tek çatı altında birleşerek Avrupa’nın en güçlü ulusunu oluşturmasını öneren Mollet, “Almanya, İtalya ve Belçika da birleşmeyi düşünüyor. Bu şekilde onları geride bırakmış oluruz... Fransa, Milletler Topluluğu’na girmeye ve Kraliçe 2’nci Elizabeth’in hükümranlığını kabul etmeye hazırdır” mesajını yolladı. Dönemin İngiltere Başbakanı Eden ise, “Bu öneriyi tartışılır hale getirmek için önce kamuoyunu hazırlamamız gerekiyor” yanıtını verdi. Öneri Mollet’in iktidardan ayrılmasıyla rafa kaldırıldı. Belgelerin önceki gün açığa çıkması üzerine Fransız tarihçiler şoke olurken, İngiliz basını olaya daha “farklı” açıdan yaklaştı. Fransızlarla alay eden İngiliz basını, “Fransa ile birleşseydik halimiz ne olurdu?” diye sorarak, birbirinden ilginç şu tahminlerde bulundu:
Fransızlar’a dilimlenmiş ekmek yemeyi öğretmek için yıllarca uğraşırdık.
Fransızlar yemeklerinin garip olduğunu kabul eder ve bizim gibi ılık bira eşliğinde balık ve kızarmış patates yemeye başlardı.
Arsenal, “yabancı futbolcularla dolu” bir kulüp olmaktan çıkardı.
Beatles’ın, gruba bir akordiyoncu ve vokallere de Johnny Hallyday’i (ünlü Fransız şarkıcı ve aktör) katmadan hiçbir başarı şansı olmazdı.
Gerard Depardieu ve Catherine Deneuve gibi Fransız yıldızların rol aldığı filmleri belki anlardık.
Otomotiv sektörümüz çuvallamaya devam ederdi.
Manş Tüneli belki 20 yıl daha erken açılırdı.
Şampanyanın fiyatı ucuzlardı.  
(Vatan / 17 Ocak 2007)
...
NEDİR NE DEĞİLDİR
1820’lerde Fener Rum Patriği olan Papa V. (Çingene) Gregorius, dönemin Rus Çarı’na Türklerin yola getirilmesi ile ilgili bir mektup yazar.
Mektuptan Padişah II. Mahmut haberdar olur.
Diğer yıkıcı ve bölücü faaliyetleri nedeniyle zaten patriğin suç dosyası kabarıktır.
Mektup da deşifre olunca, malum Papa, patrikhanenin kapısında asılarak idam edilir.
İşte o mektup:
“Türkleri, maddeten ezmek ve yenmek mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis sahibidirler. Bu hasletleri de, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, an’anelerinin kuvvetinden; Padişâhlarına, kumandanlarına ve büyüklerine olan itaat ve sadakatlerinden ileri gelmektedir.
Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hattâ kahramanlık, cesaret ve secâat (yiğitlik, yüreklilik) duyguları’ da an’anelerine (örf, adet ve geleneklerine) olan bağlılıklarından, ahlâk salâbetinden (sağlamlık ve yüksekliğinden) ileri gelmektedir. Bu nedenle, Türklerde, evvelâ itaat ve sadakat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını yok etmek,dini metanetlerini zaafa (zayıflık-kuvvetsizlik) uğratmak icabeder. Bunun da en kısa yolu, milli ve manevi ananelerine uymayan harici fikirler ve davranışlara onları alıştırmaktır. Türkler, dış yardımı reddederler; Haysiyet duyguları buna manidir. Velev (hattâ isterlerse) ki, geçici bir süre için zahiri (görünen) kuvvet verse de, Türkleri mutlaka dış yardıma alıştırmalıdır. Maneviyatları sarsıldığı gün,Türkleri kendilerinden şeklen çok kudretli, kuvvetli, güçlü, kalabalık ve zahiren hakim kudretler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeple, Osmanlı devleti’ni tasfiye için mücerret olarak (yalnızca) harp meydanlarındaki zaferler kâfi (yeterli) değildir, ve hattâ sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını (ağırbaşlılığını) tahrik edeceğinden, hakikatlere nüfuz etmelerine de sebep olabilir. Yapılacak olan, Türklere hiçbir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribatı, her ne pahasına olursa olsun tamamlamaktır.”
Patrik nam Papa’nın mektubu; İznik Konsüllerinin aynı konuda aldıkları kararlar ile örtüşür ve yol gösterir mahiyettedir.
Bu mektup, kendini Bizans’ın hamisi sayan ve SSCB’ye kadar Bizans bayrağını kullanan Çarlığa ‘bahusus projeyi’ ilham eder. Proje, başta yakın akraba Fransa ve İngiltere olmak üzere bütün batı’ya açılır ve anlatılır. 
Kısa sürede benimsenir ve uygulamaya konulur.
İlk dış borç, aradan fazla bir süre geçmeden Fransa’dan alınır. 
Sonra, misyoner olarak özel surette eğitilmiş Fransız dilberleri-kızları ‘mürebbiye’ ithal olunur. 
Bu mürebbiyeler tarafından özenle yetiştirilen Osmanlı delikanlıları eğitim için Paris ve Moskova’ya gönderilir. 
Döndükleri zamansa tahribat başlar. 
Falih Rıfkı Atay, Cumhuriyet’in kuruluşunun 39’uncu yıldönümü dolayısı ile kaleme aldığı “Bir gece karanlığında idi” başlıklı yazısında, ‘mütareke dönemini’ bakın nasıl tarif ediyordu:
“39 yıl önce, Ankara, henüz yarısı yanmış bir Anadolu kasabası idi.
Anadolu baştan başa Selçuklulardan beri bakımsız kalmış bir ‘kimsesizler yurdu’ idi.
Bütün iyi ‘toprakları’, bütün ‘çarşıları’, ‘ticareti’ ve ‘ziraati’ Türk olmayanların elinde olduğu, onlar da ‘memleketten gittiği’ için hayat durmuştu.
‘İstanbul’ sınırları dışında ‘bir tek fabrika bacası’ tütmüyordu. devletin bütün bütçesi ‘bir küçük İngiliz şirketinin’ sermayesi kadar bir şeydi.
Cephelerde ve Yemen çöllerinde milyonlarca delikanlımızı kaybetmiştik.
‘Demiryolları’ bizim değildi.
‘Kömür’, ‘şehir ışıkları’ ve ‘suları’, ‘rıhtımlar’, ‘limanlar’ bizim değildi.
- ‘Bu memleketin size ait olduğunu söylüyorsunuz. Neniz var bu topraklarda?’ deseler, öz canımızı ve camilerimizi gösterebilirdik.
Değil ‘bankamız’, bankalarda çalışan ‘Türk memuru’ yoktu.
İtalyan, Balkan, 1. Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı sırasında ‘iç ve dış tahrikler’ ile irili ufaklı 60 kadar isyan olmuştu.
Padişah, halife, vezirler ve paşalar millete ihanet etmişlerdi.
Nice ‘edebiyatçılar’, ‘şairler’ halka sövmüşlerdi.”
(Falih Rıfkı Atay, Kemalizm Dergisi, Ekim 1962 sayı üç, sayfa 5)
...
DURUM
FRANSIZ ÖPÜCÜĞÜ:
1. Ünlü Fransiz öpücüğü sırasında yaklaşık 30 kas çok aktif olarak çalışır : bu kaslarin on ikisi dudakların hareketlerini kontrol eder ve on bir kas dilden sorumludur. "Fransız deneyimi" nabız atışını dakikada 70'ten 150'ye çıkarır.
2. Genç insanlar cinsel yaşamlarına başlamadan iki veya üç yıl önce öpüşmeye başlar. Erkeklerin yüzde ellisi ilk öpücük heyecanını 13 veya 14 yaşında deneyimler.
3. En uzun süren öpüsme 17 gün, 10 saat ve 30 dakikadır. Rekor Guiness Dünya Rekorlari Kitabi'nda bulunabilir, öpüşen çift ciddi bitkinlik ile hastaneye kaldırılmak zorunda kaldılar. Onlar iyileştiklerinde birbirlerini bir daha asla görmediler.
4. Dudaktan öpüşme erkekler arasında en popüler öpüşme şekli, erkeklerin yüzde 67'si bunu onaylıyor. Erkeklerin yüzde 56'sı yanaktan öpmeye karşı değil, yüzde 26'sı genital organların mahrem öpüşünü onaylıyor (kimseye söylemeyin). Ayak parmaklarını öpmekten haz almak en küçük grubu oluşturuyor, sadece erkeklerin yüzde biri bunu onaylıyor.
5. Kadınlarin yüzde on beşi, sadece erkek arkadaslarının kötü öpüşme yeteneği nedeni ile onlardan ayrılmaya hazır olduklarını söylüyor. Kadınlar, erkeklerin dili öpüşmede zayıf olduğunda bundan nefret ediyor.
6. Bir insanin ağzinda yaşayan 278 türde mikrop vardır. Bu mikroplar zararsızdır: İki insan öpüştüğünde, binlerce mikrop bir ağızdan diğerine akar. Böyle durumlarda bu mikroplar kendini savunma için enzimler ve doğal antibiyotikler üretir. Sonuç olarak, iki öpüşen bireyin bedenleri tüm diğer patojenik bakterilere karsı direnç geliştirir.
7. Ruj satıcıları kasten gerçeği çarpıtır. Erkeklerin yüzde altmiş üçü kadınları rujsuz olarak öpmeyi tercih ettiğini söyledi. Onlar bunun daha doğal olduğunu ve yüzlerinde iz bırakmadığını söylediler. Erkeklerin yüzde kırk dokuzu hafifçe ıslak ve yumuşak dudakları öpmekten hoşlandıklarını söyledi. Sadece yüzde 35'i Pamela Anderson, Monica Belucci, Julia Roberts ve Sharon Stone gibi dolgun, erotik dudaklara hayran olduklarını söyledi.
8. Ankete katilanlarin yüzde elli besi "Rüzgar Gibi Geçti"de Vivien Leigh ve Clark Gable'in öpüsmesinin en göze çarpan öpüşme olduğunu söyledi. Sharon Stone ve Michael Douglas'in "Temel Içgüdü"deki öpüşmesi ikinci sırayı aldı. Hugh Grant ve Andie McDowell "Dört Nikah ve Bir Cenaze"deki yağmur altındaki romantik öpüşmeleri ile üçüncü sırayı aldı.
9. Bilim adamlari insanların birbirlerini öpmeye Sürüngenler Çağında başladığını söylüyor. Ancak, gerçek sadece 16. yüzyılda bilindi. Daha önceki dökümantasyon ve literatür erkek ve kadın arasındaki öpüşmenin tanımını içermiyor. Diğer taraftan, Antik Çağ ve kadim Doğu karakterleri birbirlerini öpüşme ile selamlıyordu, iki erkek birbirini öpse bile bu tamamen normal karşılanıyordu.
10. Erkeklerin yüzde 44'ü ve kadınların yüzde 48'i öpüşmenin süper işlemindeki ısırıklara dayanamadıklarını söyledi. Kadınlar (yüzde 39) ıslak dudaklı erkekleri öpmeyi sevmiyor, erkeklerin sadece yüzde 23'ü ıslak öpüşmeye karşı olduklarını söyledi.
...
ARİV'DEN TARİH NOT'U
Murat Bardakçı: Biz 148 yıl önce böyle bir salonda Avrupalı olmuş, sonra yıkılmıştık
Başbakan Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Roma’daki Conservatori Sarayı’nda Papa Onuncu Innocent’in heykelinin önünde Avrupa Anayasası’nın nihai senedini imzalamaları bana artık unuttuğumuz bir başka Avrupa maceramızı, 1856’nın 30 Mart’ındaki Paris Anlaşması’nı hatırlattı.
Biz, bu anlaşma ile káğıt üzerinde de kalsa resmen ‘Avrupalı’ olmuş, ‘büyük devlet’ kabul edilmiş, o zamanın AB’si sayılan ‘Avrupa Devletleri Konseyi’ne girmiştik ama işler başka türlü neticelenmişti: Paris Anlaşması ile toprak bütünlüğümüzü garanti altına alan Avrupa’nın baskısıyla, anlaşmanın üzerinden geçen 50 sene boyunca her vesileyle toprak kaybetmiştik.HAZIRLANMASI için neredeyse elli seneden beri çaba gösterilen Avrupa Anayasası, iki gün önce Roma’daki Conservatori Sarayı’nda ve Papa Onuncu Innocent’in heykelinin önünde imzalandı.
Anayasa'ya birliğe üye 25 ülkenin lideri imza koyarken, Başbakan Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de diğer iki aday ülke ile beraber anayasayı değil, nihai senedi imzaladılar.İmza merasiminin AB üyeliğimiz kesinleşmiş gibi gösterilmesi, bana bundan tam 148 sene önce, 1856’nın 30 Mart’ında imzaladığımız bir başka metni hatırlattı: Paris Anlaşması’nı...
Biz, bu anlaşma ile káğıt üzerinde de kalsa resmen ‘Avrupalı’ olmuş ve o zamanın AB’si sayılan ‘Avrupa Devletleri Konseyi’ne girmiştik.Tahtta Sultan Abdülmecid vardı ve Türkiye o günlerde de aynen şimdiki gibi Avrupalı olabilmek için yoğun şekilde çalışmaktaydı. 1839’da bu maksatla Tanzimat Fermanı ilán edilmiş, ‘gávura gávur denmeyeceği’ ve memlekette herşeyin artık çok başka olacağı söylenmişti.Tanzimat memlekette birçok şeyi, özellikle düşünce yapısını ve günlük yaşayışı etkilemişti.
Entarinin yahut kaftanın yerini ceketle pantolon alıyor, şehirliler yemeklerini artık masada yemeye başlıyor, hatta çatal-bıçak bile kullanıyorlar ama Türkiye’yi uzun zamandan beri ‘hasta adam’ olarak gören Avrupa ‘Bu kadar yetmez, daha fazla reform lázım’ diyordu.Bütün bunların arasında 1854’e gelindi ve Kırım Savaşı patladı. Türkiye’nin zayıf bir ánını yaşadığını farkeden Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ortodoks nüfusu himayesine almak istedi, İstanbul reddedince de Eflák ile Boğdan’ı işgal etti. Boğazlar’ın Rus tehdidi altına girdiğini gören İngiltere ile Fransa, Türkiye’nin tarafını tuttular; Rusya’ya harp ilán edildi ve Tuna boylarından Kars’a kadar uzanan sahada iki yıl boyunca devam edecek bir savaş başladı. Daha sonra Avusturya ve İtalya’daki küçük Piemonte hükümeti de Osmanlılar’ın yanında savaşa katıldı, Kırım’ın neredeyse tamamı savaş meydanına döndü, 1855 Eylül’ünde Sivastopol müttefiklerin eline geçti ve hayli zorda kalan Rusya ateşkes istedi. Barış konferansı 1856 Şubat’ında Paris’te toplanacaktı,
Türkiye, Avrupa’nın kendisini artık kabul edeceğinden emindi ama konferans öncesinde müttefiklerden beklenmedik talepler gelmeye başladı: Londra ve Paris ‘Barıştan sonra yepyeni bir Avrupa kuracağız. Siz de bu düzende yer almak istiyorsanız reformlara başlayın; meselá işkenceyi yasaklayın, azınlıklara bütün haklarını verin, tam bir din hürriyeti sağlayın, ekonominizi düzeltin ve bunları yaptıktan sonra gelin, konuşalım’ diyordu.
Avrupa’nın taleplerine aynen bugünkü gibi ucu ucuna cevap verebildik. Sultan Abdülmecid, Paris Konferansı’nın başlamasından bir hafta önce, 1856’nın 18 Şubat’ında tarihlere ‘Islahat Hatt-ı Humayunu’ diye geçen meşhur fermanını yayınlayıp devlete daha çağdaş bir hava verdi. Zamanın sadrazamı Áli Paşa ‘Avrupalı olmamızın şartlarını bize resmen yazdırmalarını beklemeyelim. Böyle bir muamele devlet için utanılacak bir vaziyet yaratır.
Dolayısıyla işi konferanstan önce kendimiz halledelim’ demiş ve Islahat Fermanı’nı konferansın toplanmasından bir hafta önce yayınlatıp Avrupa’yı gelişmelerden haberdar etmişti. Fermanın maddelerini İstanbul’daki İngiliz ve Fransız elçilerinin yazdırdıkları söyleniyordu ama her şeyi kendimiz yapmış gibi görünüp zeváhiri kurtarmıştık.Ferman işe yaradı ve 25 Şubat’ta başlayıp 30 Mart’taki imza merasimiyle sona eren Paris Konferansı’nda batı dünyası Türkiye’nin ‘Avrupalı’ olduğunu ilán etti. O devrin AB’si sayılan ‘Avrupa Devletleri Konseyi’ne de alındık ve resmen ‘Avrupalı’ olduk ve toprak bütünlüğümüz garanti edildi. Anlaşmayı Türkiye adına Sadrazam Áli Paşa ile Paris elçimiz Mehmed Cemil Bey imzaladılar.
Ama Avrupalı olmamız pek bir işimize yaramadı. İtalyan ve Alman prenslikleri devlet haline gelince Avrupa’da dengeler değişti, Fransa ile Avusturya eski gücünü kaybetti. Değişikliklerden Rusya istifade etti ve Paris Anlaşması’nın bazı maddelerini tek taraflı olarak iptal ettiğini duyurdu. Bizi kendilerinden kabul etmiş olan Avrupa ise her işimize karıştı ve Avrupa’nın her müdahalesinde daha da küçüldük. İşte, toprak bütünlüğümüzün garanti altına alındığı Paris Anlaşması’nın imzalanmasının üzerinden geçen 50 sene boyunca Avrupa’nın sayesinde kaybettiklerimizden sadece birkaçı:
MAYIS 1860: İngilizler Lübnan’daki Dürziler’i, Fransızlar da Maruniler’i kışkırttı; başımıza uzun seneler devam edecek olan bir ‘Lübnan meselesi’ çıktı.
HAZİRAN 1861: İngiltere, Fransa, Prusya, Rusya ve Avusturya, Lübnan’a donanma göndermeye karar verince Lübnan’da müstakil bir yönetim kurulmasını kabul ettik.
NİSAN 1867: Fransa’nın baskısıyla, Belgrad’ı Sırbistan’a terkettik.
HAZİRAN 1864: Avrupa’nın isteğine uyduk ve Eflak ile Boğdan’da seçimle işbaşına gelecek meclisler kurulmasına izin verdik.EYLÜL 1866: Girit’te isyan çıktı, senelerce devam etti ve isyan Avrupa’ya ‘Türkler Hristiyanları kesiyorlar’ diye yansıdı. 1897’de Yunanistan’a savaş açtık, Atina’ya girmemize ramak kalmışken Avrupa işe karıştı ve savaşta kazandığımız her şey barış görüşmelerinde elimizden çıktı. İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya, Girit’e özerklik verilmesini sağladılar, Girit Meclisi 6 Kasım 1908’de ‘Yunanistan’a ilhak’ kararı aldı ve ada Yunan toprağı oldu.
MART 1870: Rusya’nın baskısıyla Bulgar Kilisesi’nin bağımsızlığını tanıdık.
MAYIS 1876: Hersek’te devam eden isyan, Avrupa’nın verdiği muhtıra ile bölgenin elimizden çıkmasıyla neticelendi.MAYIS 1876: Selánik’te olaylar çıktı ve yine Avrupa’nın baskısıyla altı Müslüman’ı idam etmek zorunda kaldık. Aynı sene Rusya ile girdiğimiz ve tarihlere ‘93 Harbi’ diye geçen savaşta yenildik, Ruslar Yeşilköy’e kadar geldiler ve çok büyük toprak kaybettik.
HAZİRAN 1878: İngiltere, Rus tehdidi karşısında vereceği desteğin bedeli olarak bizden Kıbrıs’ı istedi. Adayı, İngiltere’ye vermeye mecbur kaldı.
NİSAN 1881: Türkiye’nin toprak bütünlüğünü garanti eden ülkelerden biri olan Fransa, Türk toprağı sayılan Tunus’u işgal etti.
TEMMUZ 1882: İngiltere, alacaklarını tahsil edebilmek için Mısır’a donanma gönderdi ve İskenderiye’yi bombalattı. Karaya çıkan birlikler Kahire’ye girdiler ve Mısır’da seneler boyu sürecek olan İngiliz işgali başladı.
EYLÜL 1895: İstanbul’un Kadırga semtinde reform bahanesiyle ayaklanan ve Avrupa’dan destek alan Ermeniler ile askerler arasında çatışma çıktı ve bu olay Ermeni sorununun başlangıcı oldu.
KASIM 1901: Fransa, alacağını tahsil etmek bahanesiyle Midilli’ye donanma gönderdi ve adadaki gümrük binasını işgal ederek adanın bütün gelirlere elkoydu.
KASIM 1906: Türkiye’nin borçlarını ödemediği gerekçesiyle, Avrupa devletleri Midilli ve Limni adalarındaki posta ve gümrük dairelerini işgal ettiler. İşgale sadece Almanya katılmadı.Erdoğan’ın arkasında heykeli duran Papa, bize KARŞI savaş açtırmıştı.
BASINIMIZ dün bir yanlış yaptı ve Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül’ün Avrupa Anayasası’nı imzaladıkları masanın arkasında yükselen devásá heykelin Papa Beşinci Sixtus’a ait olduğunu söyledi.Ama heykel Papa Sixtus’a değil, Onuncu Innocentus’a aitti, 17. yüzyılın önemli heykeltıraşlarından Alessandro Algardi’nin eseriydi ve Innocentus’un tarihimizde önemli bir yeri vardı, zira onun teşvikiyle açılan bir savaş, bizi çok uğraştırmıştı.Asıl adı Giambattista Pamphili olan Innocentus 1574’te Roma’da doğdu, 70 yaşında papa oldu ve 1655’teki ölümüne kadar 11 sene boyunca, bu makamda kaldı.
Innocentus, papalığı döneminde iki konuya ağırlık verdi: Yolsuzluklarla mücadeleye ve Avrupa’daki Türk varlığını ortadan kaldırmaya... Papalık tahtına oturmasından bir sene sonra Türkiye’nin Girit’i fetih planlarını öğrenince adayı elinde bulunduran Venedik’i Türkiye’ye karşı savaşa teşvik etti ve her türlü mali desteği sağladı.Osmanlı donanmasının 1645 ilkbaharında başlattığı Girit seferi, Papa Innocent’in bu desteği yüzünden tahminlerden çok daha fazla sürecek ve ada 24 sene devam eden savaşlardan sonra alınabilecekti.Türkiye’nin Avrupa Anayasası’nın nihai senedini kendisine karşı bundan asırlarca önce başlatılan büyük bir savaşı finanse etmiş olan Papa Innocent’in heykelinin önünde imzalamasındaki tarihi cilvenin bize mi, yoksa Papa’ya mı yapıldığına artık siz karar verin.İşte, bizi 1856’da Avrupalı yapan maddeler:
PARİS’te 1856’nın 30 Mart’ında imzalanan anlaşmanın yedinci maddesi bizi ‘Avrupalı’ yapıyor, bir sonraki madde ise Türkiye’yi uluslararası anlaşmazlıklarını hakeme götürmeye mecbur ediyordu.İşte, bizi 148 sene önce Avrupalı yapan Paris Anlaşması’nın bu maddeleri:
MADDE 7: Avusturya İmparatoru, Fransız İmparatoru, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Kraliçesi, Prusya Kralı, Sardunya Kralı ve Rusya İmparatoru, Osmanlı Hükümeti’nin Avrupa Devleti sayılmasını, Avrupa devletlerinin bütün haklarından ve Avrupa Devletleri Konseyi’nden faydalanmasını kabul ettiklerini duyururlar. Bu hükümdarlardan her biri, Osmanlı Devleti’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeyi kabul ederlerken bu saygının devamı konusunda birbirlerine kefil olurlar. Bu kurala aykırı olan her hareket, kendileri tarafından genel çıkarlarla ilgili bir mesele şeklinde görülecektir.
MADDE 8: Osmanlı Devleti ile bu anlaşmayı imzalayan devletlerden biri veya birkaçı arasında bir anlaşmazlık çıktığı takdirde, Osmanlı tarafı ve Osmanlı ile ihtiláflı olan taraf kuvvete başvurmadan önce bu anlaşmayı imzalamış olan diğer devletlerin aracılığına başvuracaklardır.
http://www.hurriyet.com.tr/biz-148-yil-once-boyle-bir-salonda-avrupali-olmus-sonra-yikilmistik-38661424
http://www.hurriyet.com.tr/iissden-ordu-darbe-yapabilir-iddiasi-146487 
...
Nokta.

4 Şubat 2018
@HayrullahMahmud

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder